Simge Psikoloji

MAKALELERİMİZ

Category filter:Allİvet KohenLayza OvadyaSelin KasutoSezen Gücükkılınç
No more posts
1-3-Yaş-Çocuklarında-Korkular.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

1 yaş öncesinde, çocuklarınız sizin kucağınızda, tepeden, dünyayı, olup biteni izliyordu. Şimdi bu görüş açısı değişti, görüş seviyesi aşağıya indi! Sizin kucağınızda, tepedeyken boyundan küçük bir köpekle cesurca başa çıkabilirken, sizden gelecek olan tepkilerle orantılı olarak da, başa çıkacak veya korku geliştirmeye başlayacak.

Bu yaştaki çocukların korkuları çok farklıdır, çevrede olup bitenlerin farkına vardığı için, anlamlandıramadığı, kavrayamadığı, merakını gideremediği her şey korku unsuru olabilir. Bu korkuların bazıları mantıksızdır, birden bire ortaya çıktıkları için nereden kaynaklandığını anlamak da zor olabilir ve sadece açıklamalar yapmak yetersiz kalır. Mesela sifon sesi, elektrikli süpürge sesi, anne-babanın görünümündeki herhangi bir değişiklik, gök gürültüsü, şimşek, siren sesi, karanlık, karanlıkta gölgeler, köpek, böcek, uyumak, banyo, maskeler, palyaço, doktor; bu yaş grubunda en çok rastlanılanlardır. Anne-baba olarak sizin yaklaşımlarınız ve büyürken çocuklarınızın elde ettiği deneyimler, onun korkularıyla başa çıkabilmesinde etkili faktörler olacaktır.

Her şeyde olduğu gibi, çocuğun korkma derecesi ve korkularıyla başa çıkma şekillerini, yapısı belirler. Bazı çocuklar daha endişeli, daha korkak, daha hassas olabilir ve daha çabuk korkabilir; fakat bu diğer yapıdaki çocukların korkmayacağı anlamına gelmez. Biraz daha girişgen, daha aktif çocuklar, olaylar karşısında daha dürtüsel davranabildiklerinden kokmuyormuş gibi görünürler! Bu tarz çocukların korkuları, anne-baba için daha endişe verici olabilir, çünkü sürekli alarmda olunması gereken bir durumdur. Korktuğu halde sonucunu düşünmeden, köpeğe yaklaşan bir çocuğa belli bir mesafeye gele kadar müdahale etmeyebilirsiniz; fakat sonra yanına giderek, “gel, beraber köpeği izleyelim, köpekle arkadaş olabilir miyiz, sahibine soralım” gibi aşamalı duraksatabilirsiniz. Sonra, köpeğin sizi nasıl koklayacağını, nasıl ses çıkaracağını, nasıl seveceğinizi anlatarak onu duyarsızlaştırabilirsiniz.

Banyodan korkmaya başlayan bir çocuğun, banyo düzenini, oyuncaklar, köpükler ya da banyo saatinde yapacağınız değişikliklerle farklı hale getirmek, onu rahatlatabilir.
Özellikle, doğum günlerinde çok sık karşısına çıkan palyaçolardan korkan bir çocukla, evde kostüm giyilerek, oynanan oyunları anlamasını sağlamak önemlidir. Onun gözünün önünde sizin ve kendisinin palyaço olması, onu rahatlatacaktır. Bunu aşamalı yapmanızda fayda var, bir gün sadece palyaço burnu takılır, diğer gün babanın ayakkabıları giydirilir, başka bir gün babanın gömleği giydirilir… Son adımlarda da, burun takılır ve gömlek giyer; yavaş yavaş kostüm, günler içinde tamamlanır.

Seslerden korkan bir çocuğa, seslerin nereden geldiğini, ne yapılarak o seslerin taklit edilebileceğini göstermek gerekir, gerekirse sesin kaynağına kadar gidip, çocuğa somut olarak gösterilmelidir.
1 yaş öncesi hiç problem çıkarmadan uyuyan çocuk, 1-2 yaş arasında yatmamak için direnmeye başlar. Tek sebebi korkular değildir, tabii. Fakat sebep gece korkularıysa, çocuğu rahatlatmak gerekir. Gece lambası, sevdiği bir obje, rahatlatıcı uyku düzeni sağlanması (banyo yapmak, pijama giymek, masal okumak, hafif müzik çalmak…) çözüm olabilir. Gece korkularının başlaması normaldir, eskiden ışıklar söndüğünde her şey bitiyordu, şimdi ışıklar sönse bile her şeyin devam ettiğinin bilincinde. Korkarak uyandıysa, onu rahatlatmak çok önemlidir. Işığı açıp kucağa almanız gerekmeyebilir, yanında durup, sırtını okşamak, onunla konuşmak yeterli olabilir.

Kucağa alıp almamaya, ağlamanın şiddetine ve korkunun gerçekliğine göre karar verin.
Korku, her zaman olumsuz bir duygu olarak görülmemelidir. Aslında hayatta kalabilmenin en önemli, en derin kavramlarından biridir. Elinizi bırakıp caddeye fırlamak için hamle yapan bir çocuğu azarladığınızda, korkar. Fakat trafiğin tehlikeli olduğunu anladığından değil, sizin ses tonunuzdan. Burada sizin uyarılarınız, tehlike ve korku kavramlarını birleştirir ve onu uyanık tutar, fırlamaması gerektiğini öğretir.

Sıcak bir şeye dokunup, yandığında, merdivenlerden yuvarlandığında, tuttuğu bardağı düşürdüğünde, zaman içinde kavrama yeteneğinin gelişmesiyle, olayları anlayıp hafıza çekmecesinde tutar. Yeri geldiğinde de o çekmeceyi açıp, korkuyu alır. Anne-baba olarak üstünüze düşen, çocuğu korktuğu ortamlardan uzak tutmak değil tam tersine üzerine gitmektir. Belki korktuğu şey somut ise, en küçük boy ile başlayıp onu farklı şekillere de sokarak çocuğa başta izlettirmek, tedirginliğinin geçtiğini gördükten sonra mesafeyi yaklaştırmak ve en son hazır ve isterse korktuğu nesneyi eline  vermek olabilir. Tek yapılmaması gereken şey korkularla uğraşırken acele etmektir.

Köpekten korkmayan bir anne-baba olmanıza rağmen, parkta başka bir çocuğun bir köpek tarafından düşürüldüğünü görmüş olabilir. Bu durumda ya çok gülebilir ya da daha önce korkmadığı bir şeyden korkmaya başlayabilir. Bu demek oluyor ki, çocuk yakınındaki kişilerin ruh hallerini de taklit eder, yani siz bir şeyden korkuyor ve mesajı veriyorsanız, ona göre o da korkmalıdır. Sizin korkularınız, kesin ona da geçecek diye bir şey yok, sizin ne kadar kontrollü olduğunuza bakar.

Çocuğa “korkacak bir şey yok diyerek yaklaşmak” yerine “korktuğunu biliyorum” diyerek onu anladığınızı göstermek, korkusunu pekiştirmez, ancak korkuyla daha fazla ilgi çektiğini keşfeder ise pekişir. Ona farklı gelen bir şeyden korktuğunda, ona sorarak gösterin, beraber inceleyin, kitaptan resmine bakın. Çocuğunuzu, bütün korkularına karşı koruyamayacağınızı da kabul edin, o zaman her şeyi kontrol altında tutabilmemiz gerekirdi!

Keşfederek öğrenen çocuğun gelişimini, korkular duraklatmamalıdır. Çevresini, etrafındaki şeylerin korkunçluğuna rağmen, keşfettiren, sizsiniz, yani sizin cesaretlendirmeniz,!

Annecim-babacım,
Bir dakikalığına hiçbir şeyden korkmuyorum. Çünkü seni görebiliyorum ve ihtiyaç duyduğum zaman sana ulaşabiliyorum. Ama sonra beklemediğim bir şey oluyor ve korkuyorum. Yeri değişen bir şey beni korkutabiliyor. Eğer canım acırsa, yüksek bir ses duyarsam, arkamı döndüğümde seni göremezsem, ya da televizyonda gördüğüm bir şey yüzünden korkarsam, senin bana sarılmana ve güven vermene ihtiyaç duyarım.
Çünkü o kadar çok etrafta gezinmem gerekir ki, kendimi beklemediğim ortamlara sokabilirim. Yükseğe tırmanırım ama sonra aşağı inemem. Kaçarım, ama peşimden gelmemen beni korkutur. Ancak, bana sarılıp güvende olduğumu söylediğinde kendimi güvende hissederim. Hiçbir şekilde bir şeyden korkmamam gerektiğini öğrenirken bana zaman tanırsan, yeniden kendimi güçlü hissetmemi sağlarsın.

Sizin çocuğunuz
(anonim)


Hareketlenme-Yürüme-Bağımsızlık-1200x800.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Bu döneme kıyasla hareket anlamında pasiflik diye nitelendirebilecek süre içinde, sadece yemekle değil; zihinsel, sosyal, duygusal olarak da beslendiler.

İnsan hayatında kendi kontrolünün dışında olan özel dönemler vardır, 11-24 ay arası yürümeye-konuşmaya-oyun grubuna-inatlaşmaya başlama, 5-6 yaşında sorularıyla sizi çıkmaza sokmaya-yeniden inatlaşmaya ve ilkokula başlama, daha sonra ön ergenlik- ergenlik ve  merdivenin diğer basamakları…

Her çocuk farklı gelişim hızında ama aynı gelişim basamaklarından geçer. Bebek önce başına, sonra gövdesine en son ayaklarına hakim olurken, yine önce koluna, sonra eline, en son parmaklarına söz geçirebilir. Yürüyebilmesi için başka becerilere de ihtiyacı vardır. Genlerin etkisi kadar (anne-babanın yürüme yaşı da önemli), beynin gelişmesi, olgunlaşması, fiziksel ve karakter özellikleri de etkilidir. Başta hızlı geliştiğini düşündüğünüz, erken emeklemiş veya sıralamış bebek biraz temkinliyse yürümemek için direnebilir. Bir başka bebek, içgüdüsel hareket edip emeklemeden de yürüyebilir, oyuncak yarış arabaları gibidir.

Yürümeye yakın veya yeni yürümeye başlayan çocuğun cesaretlendirilmeye ihtiyacı vardır. Sizin bu dönemdeki yaklaşımınız, onun sizinle ve çevresiyle olan ilişkisini birçok yönden etkileyecektir.  Kısıtladığınızın farkına varmadan, yapabileceği hareketleri onun adına kolaylaştırır veya onun adına yaparsanız, merakının yeterli gelişmemesine, özgüvenin temel taşlarından birinin zedelenmesine sebep olabilirsiniz. Örnekle belki daha açık olacak: Oyuncağını almak için veya size gelmek için emekleyen veya küçük dengesiz adımlar atan çocuğunuzun işini farkına varmadan oyuncağı yaklaştırarak, siz ona yaklaşarak veya kucaktan indirmeyerek, devamlı onu taşıyarak hareketini kısıtlıyor olabilirsiniz. Eğer, nesneleri, etrafına çıkan yenilikleri incelemesine izin vermezseniz, kendi kendini oyalamak yerine sizinle kalmayı tercih edebilir. Diğer taraftan, çok da özgür bıraktığınızda, size asilikle meydan okuyabilir. Sınırlara da ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Dozu iyi ayarlandığında gelişimine olumlu destek sağlayacağını düşünerek hareket etmenizde fayda vardır. Salonun ortasında, ulaşabileceği sehpada duran, tehlikeli olmayan bir bibloyu eline ilk aldığında birlikte inceledikten sonra dokunulmayacağını öğretebilirsiniz. Siz olmadığınızda dokunmayacak demek de değildir!

Biraz daha temkinli çocuğu, fiziksel gelişiminde bir problem yoksa, yürümesi için cesaretlendirmek gerek. Kendi ağırlığını tutunarak taşımayı öğrenme aşamasında önce balerin gibi durmayı öğrenir, sonra ayaklar düzleşir, sonra da ayaklar dışa dönerek daha iyi denge kurar.  Bacağınıza tutunarak dengede durmasını sağlayın ama yürümeyin veya ulaşabileceği ve tutunabileceği bir sehpanın üzerine oyuncaklarını koyun. Ayakta durmasını, dengesini hissetmesini sağlayabilirsiniz. Bir başka öneri eğer tutunarak geziyorsa mobilyaları yuvarlak şeklinde dizebilirsiniz, üstüne de birkaç oyuncak koyarsınız, çift elden tek el tutunarak yürümesini desteklemiş olursunuz. Güven kazandıktan sonra mobilyaların arasını yavaş yavaş açarsınız. Bacaklarınızın arasında çift el tutunarak giden çocuğa, karşısına kısa mesafeli bir hedef  koyarak (anne-baba-oyuncak), ara ara tek ele geçmesi için destekleyebilrsiniz. Durup size baktığı zaman el yerine, bacağınıza tutunmasına izin verebilirsiniz çünkü o sırada elinizde bir kitap olabilir! Dolayısıyla da onun elini tutacak durumda olmayabilirsiniz!

Temkinli çocuk, ayakta dengesini sağladığını gördükçe hareket etmek isteyecektir, bu sırada ‘dikkat et’ şeklinde uyaran biri çevresindeyse, kendince tehlike sezer ve hareketini kısıtlayabilir. Halbuki, hareket etmek öğrenme, sosyalleşme gibi becerilerini kazandırmanın dışında, mekan bilincini de geliştirir. Yani hareket  ederek mesafe ve yön kavramını da anlayabilir. Pusette otururken mesafe kavramını öğrenmek biraz zordur, ancak bir yerden bir yere emekleyerek veya yürüyerek gittiğinde yani mesafeyi yaşadığında öğrenir.  Mekan becerisinin gelişimi zaman alır. Mesela bir yap-boz parçalarını yerleştirmek, küplerle bir şeyler inşa edip devirmek, nereye gideceğini önceden planlayarak kestirme yollar bulmak (koltukta karşısında oturan babaya giderken, yan koltuğun arkasından dolanmak yerine, karşı yönü hedeflemesi) gibi deneyimlerle gelişir. Yani yaşayarak, engellenmeden öğrenir.

Hareket etmek; emeklemek, emeklerken tutunup kalkabilmek, çömelmek (yere düşeni beraber almayı deneyin), ayakta düşmeden uzun süre durabilmek, yalpalayarak yürümek olarak düşünüldüğünde, çocuk hareket etmeye başladıktan sonra, çevresindekiler sürekli  onunla daha fazla iletişim kurmak ve ilgilenmek zorunda kalır. Onunla, yaptıklarını yorumlayarak konuşup, yardım edip, hayatına yeni deneyimler kazandırırken işin içine bir de sizin tepkileriniz de ekleniyor. Yürüme aşamasına gelmiş anne-babalar olarak tepkilerinizin kontrollü olmasında fayda vardır.

Çocukların gelişimi, başlangıçta düzenli bir seyir izlemez, ani sıçramalar ve ilerlemeler ortaya çıkar. Hareket etmek, onun için çok büyük bir ilerlemedir. Bu ilerlemedeki gelişme, aynı anda hafıza ve kavrama gibi zihinsel boyutta de gerçekleşir. Heyecanı ve farkındalığı uyarıcı malzeme sağlamak  ve ortam yaratmak öğrenmeye yardımcı olur.

Francoise Dolto der ki: “insanlar arasındaki bütün gerçek ilişkilerin temelidir ayrılık”. Bu konuyla ilgili olarak, yürümeye başlama da bir ayrılık sürecinin başlangıcı olduğundan özellikle annelerin, bağımsızlığı desteklemesi gerekir.


Mizaç-Kişilik-Gelişimi.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Kişilik yapısı üzerinde metabolizmadaki belirli salgıların, fiziksel yapının, çocuk sayısının, kalıtımın, çevrenin, anne-baba davranışlarının  etkileri vardır. Adrenalindeki artış daha heyecanlı, uyanık, canlı, atak kişilik hali doğururken; tiroid salgısının artışı sinirlilik; azalışı durgunluk, yavaşlık, zeka geriliğine yol açar.

Fiziksel yapının da kişilikle ilgisini ise edebiyat dünyası şöyle anlatır:. Masallarda, rahat keyfine düşkün, kendine güvenen kişiler, genelde iriyarı şişman; kendine güvensiz içe dönük, sinsi, sinirli, huysuz kişiler, zayıf  beden yapısıyla; kahramanlar da iri ve atletik yapılı olarak tanıtılmıştır.

Ergenlik çağındaki bedensel gelişme hızı, kişiliği bazen kalıcı olarak etkiliyor. Ergenlikte erken gelişen erkek çocukların, çoğunlukla daha dışa dönük, oyunlarda lider, sporda başarılı olduğunu görülür. Erken gelişen kız çocuklarda ise, daha içe kapanıklık ve durgunluk gözlemlenirken, geç gelişen kızlarda ise daha bir ataklık ve erkeksi davranışlar gözlemlenebilir.

Kişilik oluşumunda tek çocuk olması ya da kardeşlik ilişkileri de önemli. Tek çocuk, aile içinde herkesin dikkatini ve sevgisini bazen de suçlamaları tek başına üstünde toplarken, korunarak yaşamaya altırılabilir. İlk çocuk ise, önceleri sevgi ve dikkati toplarken, tahtını sallayan birinin gelmesiyle bir sarsıntı geçirebilir. En küçük çocuk ise, genelde anne-baba tarafından korunup, savunulur ya da çocuk görülerek kişilik oluşumu geciktirilebilir.

Bebekler hakkında konuşurken, sanki aynılarmış gibi bir düşünce oluşur; çünkü belirli aylarda bütün bebeklerden yapmalarını beklediğimiz aynı davranış özellikleri var, emekleme, ayakta durma, oyuncağını bir elinden diğer eline geçirme, birbirine vurmaya başlaması, sesleri taklit etmesi, sağlıklı bebeklerden beklediğimiz aynı davranış biçimleri. Fakat mizaç söz konusu olduğunda işler değişir, bireysel farklılıklar göze çarpar. Bazı bebekler daha fazla ağlarken, bazıları daha hareketlidir; bazıları kucak severken, bazıları hoşlanmaz; bazıları huysuz ve gerginken, bazıları yeni deneyimlere daha açık ve uyumludur; bazı bebekler de yavaş alıştığından tepkileri daha yavaş ve hareketsiz olabilir.

Bu bireysel farklılıkların oluşumunda katlımın etkisi çok büyüktür. Bir çocuğun mizacı, kişiliği de  büyük ölçüde kalıtımla belirlenmiştir; ama sadece kalıtım etkili olsaydı, zaman içinde değişmeyen özellikler karşımıza çıkardı. Durum böyle değil. Bir çocuğun nasıl bir kişi olacağı, çevresine ve anne-babasına da bağlıdır. Zor bir bebek düşünün: yeni insanlara, yeni durumlara hem olumsuz hem de güçlü tepkiler veren, huysuz ve gergin bir bebek. Bu bebeğe bakmak, anne-baba açısından da zorlayıcıdır. Bu bebeklerin anne-babaları doğal olarak, bir başka anne-babaya göre daha yorgun, çaresiz ve öfkeli hissedecektir. Dolayısıyla, tepkiler bebeğin özelliğine göre şekillendikçe kısır döngüye girildiği görülebilir. Yorgun, çaresiz, öfkeli anne-baba bebeğe daha sert tepkiler vererek, bebeğin davranış  özelliklerini pekiştirmiş olur. Bu yüzden bebeğinizi tanımlamak, onu tanımlarken kendinizi de tekrar tanıyıp, farkındalığınızı arttırmanız çok önemlidir.

Bütün zor bebekler problemli çocuk olmaz veya bebeklikleri kolay geçen çocukların tümü problemsiz bir çocukluk geçirmez. Çünkü çevre de kalıtım kadar, mizacın şekillenmesinde rol oynar. Çevrenin içine kültür, deneyimler, model alma, hastalıklar, kazalar ve bebeğin yanındaki herkesi dahil etmek gerek. Her çocuğun kişiliği, çevreyle etkileşimi sonucu şekilleniyor.

Bebeklerde kişilik gibi kalıcı bir özellikten bahsetmek doğru değil, belki kişilik işaretleri demek daha doğru, çünkü kişilik kalıcılık kazanılmış davranışlardır ki bebeklerde de bu kalıcılıktan söz etmek yanlış olur. Bu kişilik işaretlerinin doğumla başladığını düşünebiliriz: bu işaretler durgunluk, hareketlilik, annenin memesine sıkıca yapışma veya daha gevşek ilgisiz emme, ağlama, gerginlik, uyum veya uyumsuzluk. Bebek, dışarıdan gelen toplumsal uyaranlara 1.aydan sonra cevap vermeye başlar ama tepkiler ağlama, gülme, bağırma, bağırdığı zaman kucağa alınınca susma ile sınırlıdır. Yavaş yavaş insan sesi ile başka sesleri ayırtetmeye başlar, sonra tanıdık olan ve olmayan nesnelerle kişileri ayırtetmeye başlar. Kilometre taşlarından biri olan 4.aydan sonra seven ve kızan seslerle, seven ve kızan hareketleri ayırtetmeyi öğrenir. 6.aydan sonra hareketleri taklit etmeye başlar. Bu dönemlerde anne-baba olarak vereceğiniz tepkiler doğallığınızı da kaybetmeden ölçülü olmalıdır. Sizin çocuğa davranışlarınız kadar, karı-koca olarak birbirinizle ilişkinizin çocuğa yansıması da şekillendirici bir rol oynar. Örneğin, anne-baba olarak çocuğa karşı çok hoşgörülü ya da hiç hoşgörüsüz, aşırı koruyucu ya da ilgisiz olmak, fazla ya da az sevgi vermek veya çocuğa karşı tutarsız, kararsız, değişken davranışlar onun ılımlı yönde gelişmesini engeller. Çünkü, çocuğun kendi dünyasında durum böyle değildir. Arkadaşı, öğretmeni, sosyal ilişki içinde olduğu diğerleri, ona anne-babanın davrandığı gibi davranmaz ve çocuk da hayal kırıklığı yaşar.
Bir başka modelde, yani aşırı koruyucu anne-baba tipinde, çocukta bağımlı ve kendine güvensiz bir kişilik yaratabilir veya aşırı otoriter, kendi görüşlerinin kabullenilmesi konusunda baskıcı anne-babalar da çekingen bir kişilik yaratabilir. Aşırı otoriter anne-baba davranışı, ters tepkiye de yol açabilir; çocuk, otoriteden kaçan, asi, muhalefet kişiliğe bürünebilir. Tam tersi durumda yani çok hoşgörülü, çocuğun isteğini anında yerine getiren anne-baba tipleri ki, biz bunlara çocuk erkil aileler diyoruz, engellenmeye tahammülsüz, dayanıksız, öfkeli kişilikler oluşturabilir.

Kişiliğimiz yaşadığımız sürece hiç durmadan gelişir, ilerler ve değişir. Bir hikayede:
Bir babayla oğlu, dağlık bir bölgede yürüyüşe çıkmışlar. Bir ara çocuğun ayağı kaymış ve canı yanınca ‘aaaahhh’ diye bağırmış, dağlarda yankı yapan sesi geri dönmüş ‘aaaaahh’ diye. Çocuk şaşırmış: ‘sen kimsin’ diye bağırmış ses yine geri gelmiş. Çocuk sinirlenmiş: ‘sen bir korkaksın’ demiş, dağdan ‘sen bir korkaksın’ yanıtı gelmiş. Çocuk şaşkın şaşkın babasına neler olduğunu sormuş. Babası da gülerek: ‘bak şimdi seyret’ demiş: ‘hayatı çok seviyorum’, dağdan ses geldi: ‘hayatı çok seviyorum’. ‘sen harikasın’, dağdan yine ses geldi: ‘sen harikasın’. ‘Seni seviyorum’, dağdan yine ses geldi: ‘seni seviyorum’. Çocuğun şaşkınlığının arttığını gören baba: bu hayattır oğlum, demiş. Yaşamdan ne istiyorsan, önce onu sen vermelisin. Verdiklerin aldıkların olacaktır. Tatlı sözler, tatlı yankılar oluşturur. Sevilmek istiyorsan önce sen sevmelisin. Saygı istiyorsan önce sen saymalısın. Anlayış bekliyorsan önce sen göstermelisin.

Yani yaşamda neyle karşılaşmak istiyorsan, yankısını oluşturabilmek için bunu önce sen yapmalısın, demiş.


natçı-Çocuk-Ve-Baş-Etme-Yolları.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Çocuğunuz sözünüzü dinlemiyor, kendi bildiğini okuyor, kendi istediğini yapıyor, kendi yönetmek için elinden geleni yapıyor ve dediğim dedik davranıyor. Bu davranışlar size tanıdık mı geliyor? Kendinizi çaresiz mi hissettiriyor?

Çocukların bağımsız olduklarını fark etmeye başlamaları ve keşfetmeye olan merakları inatçılıklarını tetikler. Çocuğun gelişiminde, yürümeye başlamak, keşfetmeye, ellemeye donanımlı hale gelmek, sınırları aşabilmek bir dönüm noktasıdır. Devamlı hareket halinde olması ile birlikte, zorla ve açıklama yapılmadan konan yasaklara ya aşırı uyum sağlar (ki, baskıcı eğitim yöntemi onda ürkekliğin, pasifliğin ve özgüven eksikliğinin tohumlarının atılmasına sebep olabilir) ya da bağımsızlığının keyfini yaşamak için size direnebilir.

Çocuğun ayrı bir kişi olduğunu fark etmeden davrandığınızı unutabilirsiniz. Size zorla ve açıklama yapılmadan bir şeyler yaptırılmaya çalışılsa kendi tepkinizin ne olacağını hiç düşündünüz mü? Çocuğunuzla uyumlu bir ilişkiniz olabilmesi için onun gelişimine doğru destek vermelisiniz. Bunu yapabilmek için onun sizden farklı olduğunu, kendi düşünceleri, duyguları ve istekleri olduğunu unutmadan sınırlarınızı ve kurallarınızı koymayı unutmayın.

18. aydan itibaren, odak noktasının kendisi olduğunun farkındalığıyla, işler istediği gibi gelişmezse sinirlenir, başkalarının kendinden farklı istekleri de olabileceğini anlayamaz. Başka çocuklarla bir araya geldiğinde kızdığında itebilir veya ısırabilir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda hemen müdahale edip, durdurmalısınız. Sizi ya da başkasını ısırdığında veya vurduğunda, çok kısa bir açıklama yapıp onu olduğu ortamdan uzaklaştırın. Sakinleşene kadar onunla birlikte kalın, sizi yumuşatmak adına yapacağı komik davranışları hemen görüp yumuşayarak teslim olmayın (devamı gelecektir), kızgınlığınızı vücut dilinizle belirtin. Bu, davranışını durdurmak yerine, yaptığının doğru olduğunu düşündürtebilir. Çoğunlukla ısırma kısa bir dönem sürerken, vurma daha uzun süre devam edebilir. Kendini ifade etmeyi öğrendikçe, tavır konduğunu gördükçe bu davranış azalacaktır.

Çocuklarda 18-30 ay arası bir sürede gelişen inatlaşma, ilk 3 sene içindeki en zor, en heyecanlı ve belki de tarzınızı sınama açısından en ilginç dönem olarak görülebilir. Her dediğinize hayır diyerek, kendi bağımsızlıklarını ve güçlerini sınamak ve size ne kadar önemli olduklarını göstermek için sınırlarınızı zorlarlar. Bilinçli ve farkındalığı yüksek anne-baba olmanın keyfini çıkarıp, çocuğunuzun bağımsızlığı için hem cesaretlendirilmeye hem de disipline ve yönlendirilmeye ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Sınırlar ve kurallar net olarak belirlendiğinde, her zaman tutarlı ve kararlı olarak uygulandığında, çocuklar o kurallarla yaşamayı öğrenirler. Özellikle bu dönemde, her konuda inatlaşmadan, az fakat geri dönüş yapmayacağınız kurallar koymanızda fayda var. Örneğin çocuğunuz, o gün için eşofman giymek üzere ısrar ediyorsa (ya baştan inatlaşmadan izin verin ya da ‘hayır’ dediyseniz sonuna kadar kararlı kalın) taviz verebilirsiniz fakat araba koltuğunda kemerinin bağlanmaması için hırçınlık yapıp inatlaştığında, sakinliğinizi koruyarak eve geri dönüp kuralınızı hatırlatarak bu şekilde çıkılamayacağını gösterebilirsiniz. İstediği bir şeyi yapmadınız diye çocuk sizi daha az sevmez. Kıyamama duygusuyla yaklaştığınız sürece ona yarardan çok zararınız dokunacağını unutmayın.

Çocuğunuzun inatlaşması ve huysuzluğuyla başa çıkmanın sihirli bir formülü yoktur, fakat duyarlı ve tedbirli yaklaşımla bu dönemi daha az sıkıntılı atlatabilmeniz için bazı önerilerde bulunulabilir:

  • Kararlı olduğunuzu hissettirin, dengeli davranın, özellikle anne ve baba olarak paralel yaklaştığınızı gösterin.
  • Körükleyecek davranışları önceden sezmeye ve önlem almaya çalışın.
  • İnatlaşarak huysuzluk yaptığında ilgi göstermeyin, sakinleştiğinde ilgi gösterin.
  • “Hayır” kelimesini kullanmamaya çalışarak, beklentinizi anlatın (“hayır, çiçekleri kopartma” yerine “çiçekleri koruyacağını biliyorum, aferin” gibi).
  • Kendini sözel olarak ifade etmesi için destekleyin, siz de model olun. Amacınızın kimin güçlü kimin güçsüz olduğunu kanıtlamak olmadığını hissettirin.
  • Kalabalık bir yerde tutturma, inat ve huysuzluk olduğunda, herkesin size baktığını düşünerek geri adım atmayın, olduğunuz ortamdan uzaklaşın (“sakinleşene kadar arabada bekleyeceğiz” gibi).
  • Dikkatini başka bir noktaya çekmeye çalışın. Bu durum pazarlık yapmak olarak anlaşılmamalı.
  • Kendi yapmak istediği işlerde destekleyin (giyinmek, yemek…)
  • Aynı takımda olduğunuzu hissettirin, rakip değil.

Kuralların sürekliliğini sağlayamadığınızı düşünüyorsanız, kuralları koyarken kendinizi suçlu hissederek geri adım attığınızın farkındaysanız, eşinizle tutarsız ve farklı yaklaşımları benimsediyseniz, öfke krizleri kendine zarar verecek duruma geldiyse, ebeveynlik felsefenizi yeniden gözden geçirerek, bir uzmandan yardım almakta fayda olacaktır.

Çocukların gelişiminde çok doğal olan inatlaşmanın, anne-baba olarak çocuğunuzla aranızda bir iletişimsizliğin başlangıcı olmasına izin vermeyin.


1-3-Yaş-Gruplarında-Isırma-Davranışı.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Genelde, ısırma diş çıkardıkları dönemden aşağı yukarı 3 yaşına kadar devam eden geçici bir alışkanlıktır. Bir yaşın altındayken, konuşma da olmadığından, ona göre ısırma, bir yerde  oyun şeklidir. Bu yaş döneminde keşif amaçlı, her şeyi ağzına da götürdüğü gözlemlenir.

Isırma davranışının başlangıç noktasını, yaramazlık olarak düşünmemek gerekir, beceri eksikliğinden kaynaklanır. Çünkü kendini nasıl ifade edeceğini henüz bilmiyordur. Yine de bu masum ısırmaları kabul etmek mi gerekir? Hayır. Isırma ihtiyacını farklı objelerle karşılayabilirsiniz fakat sizi veya bakıcıyı veya arkadaşını, ısırmaya başlamasının alışkanlık olmasını engellemek için onu durdurmak gerekir. İster o anda ilgiyi göstermeyin, ister kızdım deyin ama başlangıç noktasında yumuşak kararlılıkla tavrınızı koymanızda fayda vardır.

Isırma özellikle 18-24 aylar arasında daha yoğun ve problem olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu aylarda “hayır” dönemine giriyor. Yani herkese karşı çıkarak kendini göstermeye, bilinçsizce isyan bayrağını açtığı bir döneme giriyor. Sizin, ona sevgiyi gösterme biçiminiz biraz sert veya ısırarak ise, çocukta da bir tahrik duygusu başlar. Bu davranış, her çocukta olacak demek değildir, çocuğun içinde bu dürtü yok ise negatifliğinin en tepe döneminde bile karşınıza çıkmayabilir.

Isırmayı  alışkanlık haline getirmiş bir çocuğun anne-babası  olmak utandırıcı, ısırılan bir çocuğun anne-babası olmak ise üzücü gelebilir, hele ki bu çok tanıdık ortamlarda ve her seferinde gerçekleşiyor ise. Alışkanlık halinde ısıran veya ısırmaya aday çocuğun anne-babası olarak  neler yapabilirsiniz?

Sizi veya arkadaşını ısırdığında, karşısındakinin neler hissetmiş olabileceğini anlatmak adına, sizin de onu ısırmanız doğru bir yöntem değildir (bu yöntem, ileride duygusal alanda sorun yaşadığında, empatisini geliştirmek için, sadece sohbet ile sınırlı kaldığında, çok etkili ve işe yarayan bir yöntem olacaktır. Örneğin, kendini iyice ifade eder yaşa geldikten sonra, arkadaşına oyuncak vermemişse ve bir krize sebep olmuşsa, dramatizasyonla, arkadaşının neler hissetmiş olabileceğini ona hissettirebilir ve çözüm bulma ile düşünme becerisini geliştirebilirsiniz. Unutulmaması gereken, çocuklar her şeylerini, kardeşleri bile olsa paylaşmak zorunda değiller. Onlara ait çok özel ve paylaşmak istemedikleri eşyaların olabileceğine saygı duymak gerekir. Diğer taraftan da, ona özel eşyaların dışında kalanları da paylaşmayı öğretmek gerektiğini eklemeliyim). Isırma alışkanlığını denetleyin yani, çekişme başlayacağını hissettiğiniz an, sakinlikle ama hızlı müdahale edip, oradan uzaklaştırabilirsiniz, dikkatini dağıtabilirsiniz.

Siz müdahale edemeden ısırmışsa, yalnız kalabileceğiniz bir ortamda, davranıştan hoşlanmayıp, kızdığınızı, çok kısa açıklayıp, çok kısa bir süre mola cezasına koyabilirsiniz. Bu evdeyseniz koltuğa, küçük bir sandalyeye koymak olabilir, dışarıdaysanız arabaya gitmek olabilir. Ortama göre hızlı hareket etmenizde fayda vardır.

Isırılan çocuğa ilgi gösterip, ısıran çocukla ilgilenmemek de caydırıcı bir yöntem olabilir.

Davranışa odaklanın, onu yine çok sevdiğinizi ama davranışın hoşunuza gitmediğini belirtin. Çocuklar, ısırınca kötü  çocuk olmuyor, ısırmayınca da iyi çocuk olmuyor. Biraz daha büyüdüklerinde ve siz istemediğiniz davranışla karşılaştığınızda, bu kavramların önemini daha çok düşünmeye başlayacaksınız.

Parkta arkadaşını ısırmış, konuşmayı da sökmüş olan bir çocuğa, özür diletmek için boşuna uğraşmayın. İsterseniz şansınızı denersiniz, iyi bir anına gelmiş ise belki söyler. Özür dilemek 2-4, -5 yaş arası dönemde bile, çocuklar için zordur. Özür dilemek de çözüm değil, önemli olan sizden tavır görmesidir. Özür dilediğinde ise, dileğini kabul edin fakat kızgın tavrınızı bir süre daha sürdürmeniz önemlidir çünkü, diğer şekilde özür diledikten sonra tavır görmediğini fark eden çocuğun, davranışını tekrar ettiğini göreceksiniz.

Olumsuz bir davranış yaşandığında, çocuğa o anda öneri vermek uygun değildir, çünkü o sırada sizi dinlemez. Sakinleştikten sonra paylaşmak daha etkilidir.

Konuşmayı  ister halletmiş olsun, isterse işaretle anlatıyor olsun, ısırma alışkanlığı olan bir çocukla parka gidiyorsanız, önceden ona olumlu mesajlar vererek hazırlayın. “Şimdi biz parka gidiyoruz, başka çocuklar da olacak, oyuncağını vermese de ısırmayacağını biliyorum…”.  Anlayacak mı diye düşünmeyin, attığınız adımların onda iz bıraktığını, zaman içinde o izin derinleşerek anlam kazandığını göreceksiniz.


YARAMAZ-ÇOCUĞA-YAKLAŞIM-NASIL-OLMALIDIR.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

‘Yaramaz’ kavramı, benim çok sevmediğim maalesef her çocuğa kolayca yapıştırılan bir etikettir. Hele ki yaramaz çocuk kıyafeti giydirilmiş bir çocuğun üzerinden, bu sıfatı almak ve özgüvenini de yükseltmek epey zaman alır. Yetişkinin beklentisine göre davranan, yetişkinin sabrını fazla sınamayan, yetişkine vicdan muhasebesi yaptırmayan, kurallara uyumlu ve kendi kendini meşgul edebilen çocuk mu (işe) ‘YARAR’ çocuktur?

Her çocuğun yetişkin tarafından istenmeyen davranışı vardır. Ancak istenmeyen veya sevilmeyen çocuğun kendisi değil, davranışıdır. Bence burada çok özel ve önemli bir fark var. Anne-baba-öğretmen-büyükanne-büyükbaba… çocuğa ‘bıktım senin yaramazlıklarından’ dediği zaman, kötü niyetle söylemeseler bile çocuğu etiketlediklerinin farkına varmalıdırlar. Çocuk kalbiyle düşündüğüm zaman, bu ifadeden ister istemez benden bıkıldığını ve benim sevilmediğimi algılarım. Bir çocuğa yaptığı davranışın yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz, en zor çocuğa bile! Ancak muhakkak hangi davranışın olduğunu çok belirgin olarak belirtmelisiniz, davranışın sevilmediği halde kendisinin sevildiğini duymaya ihtiyacı vardır; ‘seni seviyorum ama kardeşine vurmanı sevmiyorum!’…

Çocuğun davranışlarına sınır getirmek gerekli midir? Evet, bir çocuk sınırlar içinde de bağımsız ve özgüven içinde büyüyebilir. Sınırsızlık içinde yüzen bir çocuk, güven duygusu hissedemez, onay alma, yardım alma, destek ihtiyacı duyar. Sınırlar ve kurallar net olarak belirlendiğinde, tutarlı ve kararlı olarak uygulandığında, çocuklar o kurallarla yaşamayı öğrenir. Bazı çocuklar, anne-babanın dikkatini üzerine çekmek için olumsuz davranışlarda bulunabilir, neden takdir edilmek yerine azarlanmayı seçerek ilgi beklerler? Bunu anne-baba kendine dönerek sorgulamalıdır. Zaten yapması beklenen davranışlar yeterli ilgiyi almıyor veya yeterli zaman ayrılamıyor ise, çocuk olumsuz davranış ile de anne-babanın tepkisini çekmek isteyebilir. Çocuk, maç akşamı babasından ciddi azar işiteceğini bile bile kumandayı saklayabilir veya televizyon önüne geçip izlemesini engellemeye çalışabilir. Sevgili babalar, kızmak yerine neden diye düşünmeyi denediniz mi?

İstenmeyen davranışta bulunan çocuğa yaklaşım nasıl olmalıdır sorusuyla çok sık karşılaşıyorum, ancak bu sorunun tek bir cümlelik cevabı yok. Mutlu ebeveynliği, ve mutlu çocuklar yetiştirmenin cevabını ise uzun bir paragraf ile belirtebilirim. Anne-baba çocuk sahibi olmadan önce kendini çok iyi tanımalı. Her kadın ve erkek çocuk sahibi olmalıdır diye bir şey yok, tam tersi bunun farkına varmak ve uygulayabilmek bence çok büyük bir erdemdir, bilgeliktir! Anne-baba zihni ve kalbi; fedakar, hoşgörülü, ileri görüşlü, kararlı, tutarlı, sevgi dolu, oyun oynamaktan keyif alan ve bu zamanı yoktan var eden, güçlü, kendini çaresiz hissettiği zaman bile çıkış yolu bulabilen, dengeli ve mantıklı olma yolunda kendini geliştirmeye, çocukla birlikte öğrenmeye açık olmalıdır.

Çocugum ve Ben Dergisi, Ocak 2009


ocuğunuza-Sınır-Koymak-Disiplin-Uygulamak.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Disiplin kavramından anladığımız nedir? Amacı ve işlevselliği nedir? Çok mu gereklidir? Disiplin “hayır” demek midir? Disiplin,  otorite midir?

Disiplinin “hayır” sözcüğünü sık kullanmak, arada bir popoya dokundurmak, ceza vermek, bağırarak söz dinletmek, baskı kurmak olduğunu düşünen birçok aile var. Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır. Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.

Bebek 6 aylıktan itibaren kendi gücünü keşfeder, sonra da gücünü dener, önce gözleriyle, sonra diliyle… Uyuyacağıma çığlık atsam ne olur ? Susmam için acaba ne yapacaklar, beni saatlerce sallarlar mı, yataklarına alırlar mı?… Mamamı kussam ne olur? Kusunca yine mama verirler mi acaba?…ve böylece şartlanmalar oluşur ve bebek neyi ne zaman yapması gerektiğini öğrenmiş olur.

Anne-baba tarafında da bu sırada bir gel-git yaşanır: Anne-baba, çocuğun isteğine boyun eğerek saatlerce sallasa mı? Yoksa kararlılık göstererek “hayır” mı dese? Yemediği zaman sakinliğini koruyarak “yemeği kaldırıyorum, demek ki aç değilsin” mi dese, yoksa mamasıyla oynamaktan sıkılıp yemeğe başlamasını mı beklese, yoksa çikolatayı rüşvet olarak mı kullansa?…

Disiplini sağlamak zor iş. Sertlik, katılık, vicdansızlık gibi algılanan disiplin içinde sevgi, şefkat, destek, yumuşaklık, sabır, kararlılık içeren bir kavram. Disiplinin içinde sınır koyma da var, özgürlük de var. Çocuk, gelişimi için attığı her adımda biraz daha bağımsızlaşır, o bağımsızlaştıkça anne-baba sınır koyar; bu sağlıklı gelişimin doğal sonucudur. 1 yaşındaki çocuk, doyduğunda biberonu ya da kaşığı eliyle iter, başını sallar veya kaşlarını çatar. 2 yaşındaki çocuk, her şeyi kendi kendine ve istediği şekilde yapmanın mücadelesini verir, sanki “ben varım” der. 4 yaşındaki çocuk, odasının toplanmasını istendiğinde net bir şekilde “hayır” diyebilir. 6 yaşındaki çocuk, televizyonun kapatılması istendiğinde “ne karışıyorsunuz?” diyerek tavır koyabilir. 11 yaşındaki çocuk, öpülmek istendiğinde yüzünü buruşturabilir. Çocuk bağımsızlaştıkça, bağımsızlığını korumak için ısrar eder. Çocuk bağımsızlığını korudukça, anne-baba da çocuğundan bağımsızlaşır. Böylece çocuğunun “sınırlar içindeki” bağımsızlığını desteklemiş olur.

Terazinin kefelerinin birinde çocuğu koruma-kollama, diğerinde bağımsızlık ve çocuğa özgüven kazandırma var. Arada da çocuğa kurallar koyan, sınırlar çizen anne-baba. Disiplin adına çocuğa uygulana kurallarda “yapma” şeklindeki engellemelerde ve yasaklarda anne-baba abartılı davranmamalıdır.

Aşırı koruma ve kollamanın sonuçları nelerdir? 3,7,11… yaşındaki çocuğun ağzına yemek vermek, poposunu silmek, kalemlerini yontmak, çantasını yapmak…ona hizmet için sürekli hazırda beklemek, onu korkak, ürkek, güvensiz, yalnız bir çocuk haline getirebilir. Böyle yetişen bir çocuk, ailesinden ayrılınca bocalar. Evde her istediğini yaptıran çocuk, arkadaş ilişkilerinde de zorlanır; ya kaybetmeye alışık olmadığı için gruba hiç katılmaz, ya başaramama endişesi ile yarışmalardan kaçar, ya da siner, ya da kendini koruyamaz. Tam tersi olan bir yapılanmada, sınırsızlıkta, hiç disiplin uygulanmadan büyüyen bir çocukta da, davranış bozukluğu ve uyumsuzluk oluşabilir. Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır. Ev ortamı dış dünyanın minyatür bir kopyası olarak çocuğa sunulmalıdır, gerçekler farklı gösterilerek değil!

Bir de çocuk merkezli aileler var, burada çocuğun düşüncesi, fikri, tercihidir önemli olan, çocuk ne derse o olur, ne isterse anında alınır. Bu ailelerde evi yöneten çocuktur, televizyon kumandasının hakimiyeti ondadır, ne yemek pişeceğine o karar verir, hafta sonu nereye gidileceğini o belirler, kardeş yapılıp yapılmayacağı ona sorulur. Oysa çocuk, her şeyi elde edemeyeceğini görmeli, her istediğinin gerçekleşemeyeceğini anlamalı, ölçülü ve sabırlı olmayı öğrenmeli, isteklerinin de bir sınırı olduğunu aile ortamında keşfetmelidir.

Disiplini sağlamak için ceza verilebilir, fakat cezanın olduğu yerde ödül de olmalıdır. Burada ödül ve cezadan ne  anlaşıldığı da tartışılabilir. Bir çocuğun, tekrarlanması istenen bir davranışına “aferin” demek, alkışlamak, okşamak, bir hediye almak ödül olabilirken; çocuğu bazı şeylerden mahrum bırakmak (oyun, oyuncak, tv., faaliyet, ilgi…), molaya koymak (time out), bakışlar…ceza kapsamına girebilir. Ceza, mutlaka istenmeyen davranışın hemen ardından verilmeli ve o davranışla ilişkili olmalıdır. Ödül de istenen davranışın hemen peşinden verilmeli, böylece davranışı pekiştirmelidir.
Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar. Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar. Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, onu veliaht gibi yetiştiren anne-baba, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin yetiştirdiğini bilmelidir.

Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın. Çocuğunuzun anlık mutsuzluğu sizin kural koymadaki kararlılığınızı etkilemesin, kararsız olduğunuzda veya koyduğunuz kuralı kendiniz bozduğunuzda çocuk bunu kavrayacak, ileride de kurallara uymamanın yollarını deneyecektir. Verdiğiniz ödül veya cezadan pişman olmayın, hatalı olduğunuzu düşünüyorsanız, uygulamanın bitiminde çocuğa bunu açıklayabilirsiniz.

Dolayısıyla hata yapmaktan korkmamak, önemli olan mükemmel anne-baba olmak değil, mutlu bir çocuğun mutlu  anne-babası olmaktır.


Disiplin.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzm. Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Disiplin kavramından anladığımız nedir? Amacı ve işlevselliği nedir? Çok mu gereklidir? Disiplin “hayır” demek midir? Disiplin, otorite midir?

Disiplinin “hayır” sözcüğünü sık kullanmak, arada bir popoya dokundurmak, ceza vermek, bağırarak söz dinletmek, baskı kurmak olduğunu düşünen birçok aile var. Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır. Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.

Bebek 6 aylıktan itibaren kendi gücünü keşfeder, sonra da gücünü dener, önce gözleriyle, sonra diliyle… Uyuyacağıma çığlık atsam ne olur ? Susmam için acaba ne yapacaklar, beni saatlerce sallarlar mı, yataklarına alırlar mı?… Mamamı kussam ne olur? Kusunca yine mama verirler mi acaba?…ve böylece şartlanmalar oluşur ve bebek neyi ne zaman yapması gerektiğini öğrenmiş olur.

Anne-baba tarafında da bu sırada bir gel-git yaşanır: Anne-baba, çocuğun isteğine boyun eğerek saatlerce sallasa mı? Yoksa kararlılık göstererek “hayır” mı dese? Yemediği zaman sakinliğini koruyarak “yemeği kaldırıyorum, demek ki aç değilsin” mi dese, yoksa mamasıyla oynamaktan sıkılıp yemeğe başlamasını mı beklese, yoksa çikolatayı rüşvet olarak mı kullansa?…

Disiplini sağlamak zor iş. Sertlik, katılık, vicdansızlık gibi algılanan disiplin içinde sevgi, şefkat, destek, yumuşaklık, sabır, kararlılık içeren bir kavram. Disiplinin içinde sınır koyma da var, özgürlük de var. Çocuk, gelişimi için attığı her adımda biraz daha bağımsızlaşır, o bağımsızlaştıkça anne-baba sınır koyar; bu sağlıklı gelişimin doğal sonucudur. 1 yaşındaki çocuk, doyduğunda biberonu ya da kaşığı eliyle iter, başını sallar veya kaşlarını çatar. 2 yaşındaki çocuk, her şeyi kendi kendine ve istediği şekilde yapmanın mücadelesini verir, sanki “ben varım” der. 4 yaşındaki çocuk, odasının toplanmasını istendiğinde net bir şekilde “hayır” diyebilir. 6 yaşındaki çocuk, televizyonun kapatılması istendiğinde “ne karışıyorsunuz?” diyerek tavır koyabilir. 11 yaşındaki çocuk, öpülmek istendiğinde yüzünü buruşturabilir. Çocuk bağımsızlaştıkça, bağımsızlığını korumak için ısrar eder. Çocuk bağımsızlığını korudukça, anne-baba da çocuğundan bağımsızlaşır. Böylece çocuğunun “sınırlar içindeki” bağımsızlığını desteklemiş olur.

Terazinin kefelerinin birinde çocuğu koruma-kollama, diğerinde bağımsızlık ve çocuğa özgüven kazandırma var. Arada da çocuğa kurallar koyan, sınırlar çizen anne-baba. Disiplin adına çocuğa uygulana kurallarda “yapma” şeklindeki engellemelerde ve yasaklarda anne-baba abartılı davranmamalıdır.

Aşırı koruma ve kollamanın sonuçları nelerdir? 3,7,11… yaşındaki çocuğun ağzına yemek vermek, poposunu silmek, kalemlerini yontmak, çantasını yapmak…ona hizmet için sürekli hazırda beklemek, onu korkak, ürkek, güvensiz, yalnız bir çocuk haline getirebilir. Böyle yetişen bir çocuk, ailesinden ayrılınca bocalar. Evde her istediğini yaptıran çocuk, arkadaş ilişkilerinde de zorlanır; ya kaybetmeye alışık olmadığı için gruba hiç katılmaz, ya başaramama endişesi ile yarışmalardan kaçar, ya da siner, ya da kendini koruyamaz. Tam tersi olan bir yapılanmada, sınırsızlıkta, hiç disiplin uygulanmadan büyüyen bir çocukta da, davranış bozukluğu ve uyumsuzluk oluşabilir. Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır. Ev ortamı dış dünyanın minyatür bir kopyası olarak çocuğa sunulmalıdır, gerçekler farklı gösterilerek değil!

Bir de çocuk merkezli aileler var, burada çocuğun düşüncesi, fikri, tercihidir önemli olan, çocuk ne derse o olur, ne isterse anında alınır. Bu ailelerde evi yöneten çocuktur, televizyon kumandasının hakimiyeti ondadır, ne yemek pişeceğine o karar verir, hafta sonu nereye gidileceğini o belirler, kardeş yapılıp yapılmayacağı ona sorulur. Oysa çocuk, her şeyi elde edemeyeceğini görmeli, her istediğinin gerçekleşemeyeceğini anlamalı, ölçülü ve sabırlı olmayı öğrenmeli, isteklerinin de bir sınırı olduğunu aile ortamında keşfetmelidir.

Disiplini sağlamak için ceza verilebilir, fakat cezanın olduğu yerde ödül de olmalıdır. Burada ödül ve cezadan ne  anlaşıldığı da tartışılabilir. Bir çocuğun, tekrarlanması istenen bir davranışına “aferin” demek, alkışlamak, okşamak, bir hediye almak ödül olabilirken; çocuğu bazı şeylerden mahrum bırakmak (oyun, oyuncak, tv., faaliyet, ilgi…), molaya koymak (time out), bakışlar…ceza kapsamına girebilir. Ceza, mutlaka istenmeyen davranışın hemen ardından verilmeli ve o davranışla ilişkili olmalıdır. Ödül de istenen davranışın hemen peşinden verilmeli, böylece davranışı pekiştirmelidir.
Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar. Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar. Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, onu veliaht gibi yetiştiren anne-baba, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin yetiştirdiğini bilmelidir.

Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın. Çocuğunuzun anlık mutsuzluğu sizin kural koymadaki kararlılığınızı etkilemesin, kararsız olduğunuzda veya koyduğunuz kuralı kendiniz bozduğunuzda çocuk bunu kavrayacak, ileride de kurallara uymamanın yollarını deneyecektir. Verdiğiniz ödül veya cezadan pişman olmayın, hatalı olduğunuzu düşünüyorsanız, uygulamanın bitiminde çocuğa bunu açıklayabilirsiniz.

Dolayısıyla hata yapmaktan korkmamak, önemli olan mükemmel anne-baba olmak değil, mutlu bir çocuğun mutlu  anne-babası olmaktır.


Okula-İlk-Merhaba.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Gözlerimiz geleceğe dönük, yüreklerimiz, heyecanla çarpıyor, düşüncelerimiz çocuklarımıza bebekliklerinde yaptığımız yatırımlarla dolu. Yepyeni bir dönem başlıyor. Sadece minikler için değil, onun çevresinde olan herkes için yepyeni bir dönem. Anne, baba, ağabey, abla, kardeş, bütün aile yeni bir yapılanma sürecine giriyor. Evet 6-7 yaşındaki çocuğumuz, öğretim hayatının birinci basamağını çıkmaya başlıyor. Daha dün kum ve suyla oynarken, şimdi masa başında oturacak, çizgi çizecek ve okumaya başlayacak.

Son çocukluk dediğimiz 6-11 yaş döneminin ilk evresinde nörolojik olarak, beyinde nöronların yeni bağlantılar kurması yavaşlamakta, fiziksel olarak boy uzaması ve ağırlık artışı hızını kaybetmekte, sosyalleşme ise hızlanmaktadır(zihin gelişiminin üçte ikisini, sinir sistemi gelişiminin hemen hemen beşte dördünü ilk beş yıl içinde tamamlamaktadır). Benmerkezci dönemin 6 yaş civarında sona ermesinden sonra, devamlı başarılı olma isteği yaşayan, kaybetmeye tahammülü olmayan ve iki yaş döneminde görülen inatçılığa benzer bir süreç geçiren çocuk, sınıf ortamına girdiği zaman kırıklık yaşayabilmektedir çünkü kurallar ve değiştiremeyeceği bir düzenle karşı karşıyadır. Ancak, okul öncesi dönemde yumuşak bir disiplin ile büyüyen, sınırları belirlenmiş bir ortamda yetişen, özgüveni desteklenmiş olan çocuk birinci sınıfa uyumu daha kolay atlatabilmektedir.

Çocuğun birinci sınıfa donanımlı başlayabilmesi için, öncesinde yapılmış olması gereken hazırlıklar nelerdir? Başarıya endeksli bir öğretim sisteminde, akademik başarı beklentisi olan veli, öğretmen ve okul sacayağında, çocuğun görevlerini isteyerek yerine getirmeye hazır olması önemlidir. Zihinsel gelişimi yaş normlarına uygun; kendine güven duygusu gelişmiş olarak, anne-babadan ayrılabilme, iletişim kurma ve sürdürme becerilerine sahip; empatik düşünme ve davranma becerileri oluşmuş, sorumluluk alan ve yerine getiren, dürtülerini de kontrol etmeyi başaran çocuklar, okul olgunluğuna kavuşmuş çocuklardır. Okul yaşamında başarılı olmak için çocuğun, belli bir süre dikkatini toplayabilmesi, bir ders süresi boyunca masa başında oturabilmesi, ana dilini iyi kullanabilmesi, kendini ifade edebilmesi el-göz koordinasyonuna sahip olması gerekmektedir.

Çocuğun hayal ile gerçeğin ayrımını yapabildiği bu dönemde, somut düşünceden soyut düşünceye geçiş başlar; iyi ile kötü, doğru ile yanlış kavramları üstbenliğinin gelişmesiyle birbirinden ayrışır. Gelişen konuşma yeteneği, zenginleşen kelime hazinesi artan merak duygusuyla çocuk, araştırma ve keşif peşindedir. Bilgili ve deneyimli bir öğretmen, çocuğun öğrenme ihitiyacını kamçılamayı ve tatmin etmeyi bilir, çocuğun “anne-babadan ayrı kaldım” duygusundan arınmasına yardımcı olur; “öğretmenim beni sevecek mi, başarılı olacak mıyım, arkadaşımla anlaşabilecek miyim” kaygısı taşıyan çocuğu rahatlatmayı becerir. Bilinçli ve duyarlı bir anne baba da bir yandan kendi heyecanını kontrol altına alırken öte yandan çocuğuna bir öğrenme ve güven ortamı sağlamaya çalışır, çocuğuna destek olur.

Güvenli çocukların, değişen şartlara ve ortamlara daha çabuk uyum sağladıkları bilinen bir gerçektir. Kendine güvenen çocuk, özbakım becerilerinde kendi kendine yeter, sorumluluğunu bilir, gündelik hayatta karşılaştığı problemler için muhakeme gücünü kullanarak, kendince çözümler üretmeye çalışır, başarılı olmadığını düşündüğü alanda geri çekilmeyip denemeyi kabul eder, göz teması kurarak iletişim sağlar, hakkını arar ve seçim yapma, karar verme yetisine de sahiptir. Çocuğa fırsat verildiği takdirde onun ne kadar becerikli olduğunu görmek anne-babalara; becerilerini kullanarak başarıyı tatmak da çocuklara olumlu olarak geri dönecektir.

Sosyal gelişimi iyi olan bir birinci sınıf çocuğu, iletişim, kendini ifade etme, hakkını arama, arkadaş edinme, kaybetmeyi ve başarısızlığı kabullenme, kurallara uyma konularında diğer çocuklara göre daha rahat olduğundan, okul onun için bir fobi olmayacaktır.

Sosyalleşme konusunda sıkıntı yaşayan çocuk, bazen anne-babadan ayrılma endişesi de yaşayabilmektedir. Bazen anne-babanın,çoğunlukla da annenin endişesi, çocuğun sağlıklı olarak sosyalleşmesine izin vermediğinden, çocuğu da endişeli kılmaktadır. Çocuğun ilkokula hazır olması kadar, anne-babanın da “birinci sınıf velisi” olmaya hazır olması gerekmektedir. Bazı anne-babalar, ilk kez yapılması “şart” ev ödevleriyle karşılaşmaktadır. Çizme, yazma, heceleme, okuma, toplama, çıkarma gibi ödevlerle çocuk için olduğu kadar anne-baba için de yeni uygulamalardır. Ödev yapma alışkanlığı çocuğa erkenden kazandırılması gereken bir sorumluluktur. Anne-baba ödev yaptıran, ödev yapılırken çocukla dip dibe oturan, ödev sorumluluğunu taşıyan, ödev yanlış veya eksik yapılınca midesine kramplar giren kişi olmamalıdır. Ödev, çocuğun sorumluluğudur, anne-babaya düşen görev bu sorumluluğu çocuğa taşıtabilmek, çocuğu ödev yapmaya motive eden ve denetleyen bir anne-baba olmak, çocuğun okulda öğrendiklerine ilgili ve duyarlı bir ebeveyn olmayı becermektir.

Anne-babaya düşen diğre görevler; okul açılmadan okulu ve öğretmeni tanımak ve çocuğa tanıtmak, okulun ilk günü okula beraber gitmek, sabahları çocuğun son dakika hazırlanmasına dikkat etmek, okul dönüşü televizyon seyretme süresini ve izlenecek filmleri beraber ayarlamak, uyku saatlerine düzen getirmek, hatalı davranışlarında çocuğu öğretmene şikayet etmek ile tehdit etmemek, öğretmen ile diyalog içinde bulunmaktır. Tüm bunlar yapılırken yaz rehavetinden çıkan çocuğu birdenbire okul başladı diyerek kış disiplinine sokmak, çocukta olumsuz duygular gelişmesine neden olabilir. Yeni düzenlemenin, okul açılmadan 2-3 hafta önce başlatılması, geçişlerin yumuşak ve kademeli olmasında fayda vardır.

Çocuk, genleriyle gelen bir hamur, okul bu hamura cesaret ve vizyonla şekil vermeye çalışan bir sistem! Anne-baba, bu hamuru yoğurarak kendiyle barışık, geleceğe güven ve sağ duyu ile bakan bir çocuk yaratmak için uğraş veren, pozitif enerji sağlayan bir ortamdır.İlkokula merhaba, yine yeni bir kritik döneme daha merhaba!


Okul-Seçme-Sendromu.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Bilinçli anne-babalar haklı olarak okul seçiminde epey bir zorlanıyorlar. Belki de çocuğun yaşamında verilecek en büyük kararlardan biri. Bazı okullar sanat, bazı okullar spor veya matematik ağırlıklı bir yol çizerken, ilk defa “veli” olacak anne-babalar nasıl bir seçim yapmalı?

Zorlu ve çok uzun olan bu yarışta!, aynı zamanda mutlu olmalarını da sağlamak için, gerçekten çocuğun potansiyeline, okul olgunluğuna, ihtiyaçlarına, yapısına ve kişiliğine göre seçim yapılmalıdır; anne-babanın beklentisine göre değil! “Veli” adayı olan anne-babalar olarak gönlünüzdeki okulları eğitim ve öğretim sürerken gezip, okul idaresi, rehber öğretmen ve sınıf öğretmenleriyle de görüştükten sonra yapılması gereken, çocuğunuzun kişiliğini ve yapısını çok iyi tanımlamak olmalıdır. Onu iyi tanıdığınızı düşünüyor olsanız bile, okul öncesi bir kuruma gidiyorsa, okul pedagogu ile de görüşerek, size okul ortamındaki tabloyu yansıtmasıyla düşüncelerinizi güçlendirmek veya yanılgılarınızı göstermek açısından faydalı olacaktır.

Okulları gezerken, okulların amaçları, akademik hedefleri, geleceğe bakış açıları, çocuğu kazanma yöntemleri, sınıfların oluşturulma biçimleri, sportif ve sosyal etkinliklere ilişki planlarını, bireysel farklılıkları yönlendirme yetileri ve rehberlik servisleri sizlerin görüşmeler sırasında özellikle dikkat etmeniz gereken veriler olmalıdır.

Çocukların yetenekleri farklılık gösterir, zihinsel, sosyal, sanatsal, sportif beceri ve pratikliğe dayanan yapı ve tarzları vardır. Örneğin; çekingen olan bir çocuğun sportif becerisi iyi ise; spor yapmasına, sosyalleşmesine vakit bırakmayacak bir eğitim kurumu çocuğun özgüveni açısından destekleyici olmayabilir. Böyle bir durumda çocuğun ve ailenin diğer özellikleri ve imkanları da dikkate alınarak; kendini göstermesine fırsat yaratabileceği, başarı tadabileceği ve motivasyonun sağlanabileceği tarz bir kurum seçmek daha uygun olabilir. Bir başka örnekte ise hareketli, inatçı, asi yapılı..

Bir çocuğu baskıcı bir sistemle okutmaya çalışarak ” adam olacağını” düşünmek yanlıştır. Okul, disiplinin öğretileceği mekan olarak görülmemelidir. Çocuk, sizin desteğiniz, kararlılığınız ve tutarlılığınızla, oyunla kuralları öğrenir, yaşamla tanışır, annesini-babasını taklit eder, duygularını paylaşır ve yaşamdaki yerini belirlemeye çalışır. İlkokuldan önce, özbakım becerileri, duygusal olgunluk düzeyi ve okula hazır oluş biçimleri, ev ve yuva ortamında desteklenip; ilkokul için hazır duruma getirilmesi, beklenilen özelliklerdir.

Son olarak da dikkat edilmesi gereken diğer bir konu, okuldaki eğitim personelinin niteliğidir. İlkokul birinci sınıf öğretmeninin, gerek kişilik, gerek kültürel ve akademik gelişiminde çok önemli rolü vardır. Bilimsel, araştırmacı, çocuğa önem veren öğretmen; eğitim ve öğretimin ötesinde özellikler katar.

Unutmayın ki çocuklar iyi birer gözlemci ve kopyacıdırlar; mutlu ve başarılı öğrenciler olmaları için aynı zamanda hem onların donanımlı, hem de siz veli adayı anne-babaların okul kararında huzurlu olmanız ve yansıtmanız önemlidir.

“Yeni mezun genç diplomasını babasına uzattı ve şöyle dedi: Seni ve annemi mutlu etmek için hukuk fakültesini bitirdim. Simdi, altı yaşımdan beri size söylediğim gibi itfaiyeci olacağım”. A.S. Neil


Simge Psikoloji Çocuk, Genç ve Aile Danışmanlık Merkezi, Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi’nin kardeş kuruluşudur. Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi YALNIZCA MESLEKTAŞ EĞİTİMİNE yönelik hizmet vermektedir.