Simge Psikoloji

MAKALELERİMİZ

Category filter:Allİvet KohenLayza OvadyaSelin KasutoSezen Gücükkılınç
No more posts
Gençlik-Çağı-ve-Sorunları-1.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Kaç yaşına gelirse gelsin o sizin minik kızınız ya da oğlunuz. Çünkü o büyürken zaman o kadar hızlı geçti ki, onun ne zaman artık bir genç kız ya da delikanlı olduğunu fark edemediniz. Ancak yaşadığınız ilk isyan, ilk öfke ya da ilk ciddi anlaşmazlık getirdi sizi kendinize; o hala sizin çocuğunuzdu ama artık bir “çocuk” değil, “genç”ti.

Daha karnınızdayken onu nasıl merak ettiğinizi, doğduğunda onunla nasıl oyunlar oynayacağınızı planladığınızı ya da ona güzel kıyafetler giydirip nasıl gezmeye götüreceğinizi düşündüğünüzü; doğduğu gün hastanede kalbinizin heyecandan duracak gibi olduğunu; onu ilk defa kucağınıza aldığınızda neler hissettiğinizi hatırlıyor musunuz? Ne kadar da küçüktü değil mi? Oysa size verdiği mutluluk dünyalar kadar büyüktü. Birbirini takip eden yıllarda yürümeye, koşmaya, konuşmaya, okula gitmeye başladı derken günün birinde çocuğunuzu tanıyamadınız. Size itiraz etmeye başladı, sözlerinizi dinlemedi, arkadaşlarını sizden öne geçirdi, dersleri bozuldu, yüksek sesle müzik dinlemeye başladı, odasına kapandı. Ne olmuştu?

O büyürken, onun da bir gün sizin gibi olmaya başlayacağını, yetişkin olma yolunda ilerlediğini unutmuştunuz. Hala sevgili küçük kızınız ya da oğlunuzdu o. Oysa boyu uzamıştı, sesi değişmişti, bir genç kız ya da bir genç erkek olmuştu o. Fark etmediniz mi, sizin çocuğunuz artık ergen olmuştu.

Gençlik çağı bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar dönemidir. Yanılgıların, bencilliğin, başkaldırmanın sık görüldüğü, bocalama, çelişkiler ve kararsızlıklar dönemidir. Kendi kendisiyle sürtüşme ve savaşma dönemidir. Kısacası olumlu olumsuz tüm duyguların yoğun, bütün tepkilerin aşırı olduğu dönemdir.

Gençlik yalnız olumsuzlukların toplandığı bir dönem değildir. Aynı zamanda tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, sıkı arkadaşlıkların, ilk sevgilerin yaşandığı dönemdir. Yeniliğe ve ileriye doğru atılımların yapıldığı, kendini kanıtlama ve kendi kimliğini arayıp bulma çabalarının yoğunlaştığı dönemdir.

Aristo 2300 yıl önce gençliği şöyle anlatmış: Gençlerin istekleri pek çoktur ve bunları hemen eyleme dönüştürmek isterler. Çok değişkendirler. İstekleri geçicidir; birden parlar, birden söner. Tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar.

Eli açık ve iyilikseverdirler, çünkü kötülükleri tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar, çünkü aldatılmamışlardır. Yüksek amaçları ve hayalleri vardır çünkü daha yaşamın sillesini yememişler, koşulların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir. Sevgide de nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi bildiklerini sanır onun için yanlışlarında sonuna dek direnirler.

Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider, yerine oldukça tedirgin, kuruntulu, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir ergen gelir. Duygular çabuk iniş çıkış gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür, birden sinirlenir, olur olmaz şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Bencilleşir, istekleri artar, konan yasakları saçma, kendisine tanınan hakları yetersiz bulur. Kuralların çokluğundan ve sıkılığından yakınır. Ana babaların uyarılarına birden tepki gösterir, kabalaşır ters yanıtlar verir.

Gençlik çağını birkaç alt döneme ayırabiliriz.

12 – 15 yaş arası

Hızlı büyüme ve cinsel uyanışın olduğu, ergenlik ya da ilk gençlik olarak bilinir. Olumsuz davranış ve tepkilerin yoğun olduğu evredir. Kızlar erkeklerden 1-2 yıl önce ergenliğe girer, büyüme ve cinsel olgunlaşmalarını da 1-2 yıl önce tamamlarlar.

15 – 17 yaş arası

Çekingenliğin ve kendine güvensizliğin belirgin olduğu delikanlılık evresidir.

17 – 21 yaş arası

Kendine güven, caka ve gösterişin ağır bastığı delikanlılık evresidir.

21 – 25 yaş arası

Uzamış gençlik ya da yüksek öğretim gençliği olarak tanımlanır.

Gençlikte Arkadaşlık

Gençlik çağı evden kopma ve topluma açılma çağıdır. Ergenliğe giren gence evi dar gelmeye başlar. Çünkü soluk alabildiği, özgür davranabildiği tek yer evin dışıdır. Genç yaşam hakkında kendi düşünce ve duyuş biçimlerini anlayabilmek için, ailesinden uzaklaşmaktadır. Başkalarının düşüncelerini de içine alan yeni alanlara karşı ilgi duymaktadır. Evle bağları gevşeyen genç kendini boşlukta bulur. Kendi gibi bağımsızlık arayan, aynı kaygıları paylaşan, benzer bocalamayı yaşayan yaşıtlarına katılır. Evinde anlaşılamadığını, değer verilmediğini, çocuk gözüyle bakıldığını sanan genç için arkadaş grubu bir kurtuluş, bir sığınaktır. Ailesinin dışında sevgi, anlayış ve kabul göreceği, aidiyeti yaşayabileceği bir yerde olmak ister.

İlkokul yıllarında arkadaş edinemeyen bir gencin ergenlikte birden arkadaş topluluğuna karışması zordur. Arkadaşlık yüzme gibi ne kadar erken başlarsa o denli kolay gelişen bir yetenektir. En sağlıklı bir ailenin bile çocuğa veremeyeceği tek şey arkadaşlıktır. Aile bu konuda çocuğa ancak uygun oyun ve arkadaşlık ortamı yaratarak yardımcı olabilir. Arkadaşsızlığın yarattığı yalnızlık ve eksiklik duygusunu aileden gelen sevgi gideremez.

Arkadaşlarca aranmak, beğenilmek ve benimsenmek benlik saygısının önemli bir koşuludur. Arkadaşlar gence kendi kişiliğini yansıtan ayna yerine geçer, kendini tanır ve tanıtır. Toplumsal becerilerini geliştirir, insanlarla geçinmeyi öğrenir, işbirliğine girer. Arkadaşlık kurabilmek ve sürdürebilmek başlı başına bir başarıdır. Arkadaşsızlıktan yakınan ya da hiç arkadaş aramayan gencin önemli sorunları olduğunu düşünmek gerekir.

Bu çağda gencin derslerini gevşetmek pahasına arkadaşlığa yönelmesi olumludur. Oğluna ya da kızına arkadaşça davrandığını, arkadaş eksikliğini duyurmadığını söyleyen anne babalara da rastlanır. Böyle bir ilişki aslında bağımlı bir ilişkidir, gerçek arkadaşlık ilişkisi değildir. Arkadaş grubu genç için bir danışma ortamı ve davranışlar için yol gösterici bir kaynak görevi yapar. Genç kendini ve başkalarını bu arkadaş grubu içinde değerlendirir, grup üyeleriyle özdeşim kurar, onların tutum ve davranışlarını benimser, gruptan edindiği görüşleri kendi görüşü gibi evinde savunur. Gençlik çağında arkadaş grubunun genç üzerindeki etkisi gencin içinde bulunduğu bütün diğer gruplardan daha önde gelir. Argolarını, giyim kuşamlarını olduğu gibi benimser. Erişkinlere ne denli aykırı gelse de gençler arasında yaygın olan kılık en uygun modadır.

Arkadaş grubunun genç üstündeki etkisi arttıkça anne babaların da tedirginliği artar. Anne babalar derslerin aksamasını, haylazlığını, başına buyruk davranışını hep arkadaş topluluğunun kötü etkisine bağlarlar. Oysa anne babaların sandığının tersine bir genci arkadaşları ayartmaz, çoğunlukla genç kendi eğilimine uyan gençleri arayıp bulur. Genel bir kural olarak gencin ailesi ile çatışması büyüdüğü oranda arkadaş grubunun ayartıcı etkisine kapılma olasılığı artar. Anne babasından anlayış görmeyen, onlarla çatışma içinde olan genç evde bulamadığı güveni arkadaş çevresinde arar. Anne babasına başkaldıran, onların uydusu olmaktan kurtulmaya çalışan genç, arkadaş grubunun uydusu olup çıkar. Arkadaş seçimine karışılması ya da arkadaş ilişkisinin koparılması bu çağda genci en sert tepkilere iter. Kendi kişiliğini evde kanıtlamaya çalışır, ama grup içinde aşırı uyumlu olur, grubun kimliğine sığınır. Bu ortamdan kopmamak için grubun ortak kavramlarını, simgelerini, eylemlerini benimseyip, özümler. Onlardan ayrı kalmamak için kendisine aykırı gelen düşünce, tutum davranış ve eylemleri bile benimser. Genci kötü arkadaşlardan kurtarmanın en emin yolu, bu tip arkadaşlarını sık sık eve çağırmasını sağlamaktır. Genç böylece hoşa gitmeyen özellikleri kendisi tartarak arkadaşlığına son verebilir.

Davranış bozukluğu göstermeyen arkadaş grupları gencin bağımsızlığını kazanmasına yarayan bir toplumsallaşma ortamıdır. Genç orada kimliğini yitirmenin tersine kimliğini pekiştirir. Kimlik başka insanlarla iletişim ve etkileşim sonucu elde edileceğinden, genç arkadaş grupları içinde sağladığı uyumla farklı rolleri dener. Bu rollere ilişkin davranışlar sergiler. Böylece grup gence kimlik ve toplumsal çevre kazandırır. Ergenlikte grubun etkisine kendini kaptıran bir genç, zamanla grubu etkileyecek duruma geçebilir. Grup üyelerini uyarabilir, yanlış davranışlarından caydırabilir. Hatta gruptan ayrılarak daha uygun bulduğu yeni bir gruba katılabilir veya kendisi bir arkadaş grubu kurabilir.

Gençler oluşturdukları gruplarla birlikte eğlenmek, gezmek, spor yapmak dışında bir davranış göstermeseler bile erişkinlerin tepkisini çekerler. Gürültülü müzikleri, umursamaz tavırları, aykırı tutumları ve değişik saç biçimleriyle erişkinlerce yadırganırlar. Gençler eski kuşaktan değişik görüşleri, yeni yaşam biçimleri ve bağlandıkları değerlerle erişkinlerden ayrı bir dünyada yaşar gibidirler. Değiştiremedikleri topluma başkaldırmasalar da topluma bir süre için dudak bükmekte, umursamaz davranmaktadırlar.

Genç gruplar arasında en çok konuşulan konulardan biri de cinsel konulardır. Doğru ya da yanlış en yoğun cinsel eğitimin verildiği yer arkadaş gruplarıdır. Kendi cinsinden yaşıtlarıyla uyumlu ilişki kurabilen genç zamanla kız-erkek arkadaşlığına ilgi duymaya başlar.

Kız-Erkek Arkadaşlığı

Üç yaşından küçük çocuklar yalnız kendileriyle ilgilenirler. Okulöncesi çağda yani 3 yaş dolaylarında kız-erkek karışık oynarlar. Giderek erkek çocuklar kümeleşir, bir arada oynamaya başlarlar. Kız çocuklarını ya gönülsüz olarak aralarına alırlar ya da erkek arkadaş bulamayınca kızlarla oynamaya razı olurlar. Bu ayrı kümeleşme ilkokulda iyice belirginleşir. Bir arada oynamadıkları gibi birbirine takılır, birbirini küçümser, alay ederler. 12 yaşından sonra bu karşıtlık kaybolmaya başlar. Erken gelişen kızlarda erkek çocuklara yakınlaşma, onların ilgisini çekme, beğenisini kazanma eğilimi ortaya çıkar. Ergen erkekler ise 14 yaşından başlayarak kızlara açıkça ilgi duyduklarını belli ederler. Lise yıllarında ise kızlı erkekli birlikte gezme, kümeleşme, daha sonra da ikili arkadaşlıklar ve flörtler başlar.

Genç giyimine, kuşamına özen göstermeye, kızlarla şakalaşmaya, takılmaya başlar. Soytarılık yaparak, fıkra anlatarak, güldürerek kızların ilgisini çekmeye çalışır. Kızlarsa kendi aralarında erkekleri çekiştirir, fısıldaşır, gülüşürler ya da kendilerini naza çekerler. Mektuplaşmalar, uzaktan bakışmalar olur. Genç ergen gülümseyen her kızın kendine tutulduğunu sanır. Arkadaşlarına bundan övünerek söz eder. Kısa buluşmalar, el ele tutuşmalar ballandıra ballandıra, yer yer uydurmalara kaçılarak süslenerek anlatılır.

Kimi gençler ise hem birbirleriyle arkadaşlık etmek isterler, hem de bundan korku duyarlar. Erkekler kızlara yaklaşamaz, sıkılır, konuşamaz, kekelerler. Karşı cinsten bir arkadaşı olmamak, bir kıza nasıl yaklaşacağını, nasıl konuşup arkadaşlık kuracağını bilememek, bir kız ya da erkek arkadaşla çıkınca ne yapacağını, nasıl davranacağını bilememek, karşı cinsten birinden çıkma önerisini nasıl geri çevireceğini bilememek, bir kızla ne zaman sürekli çıkacağına karar verememek, şimdi evlenmeyi istemek, daha güzel ve yakışıklı olmak, cinsel konularda daha çok bilgi sahibi olmak, mastürbasyon yapma kaygısı, cinsel organlarının dıştan belli olma kaygısı yaşanan en yaygın sorunlardır.

Kızlar da erkeklere ilgi duyarlar ama geleneğin etkisiyle ilgilerini açığa vuramazlar. İlgileri belli olacak diye korkarlar ama kendi aralarında erkeklerden söz ederler. Genç kız ancak içli dışlı arkadaşına şu veya bu çocuğu beğendiğini açıklar. Arkadaşı bu sırrı çevreye yayarsa büyük tepki gösterir, üzüntüye kapılır.

Gence güven veren, onun sorunlarını anlayan ve onunla bu hususta tartışabilen ve onu sempatize edebilen her kişi, cinsel olgunluğun yarattığı güvensizlikten gencin kurtulmasına yardım eder. Her insan kendi duygusal gereksinmelerini karşılayan arkadaşları seçer.

Normal genç erkek ve kızların birbirlerine er geç ilgi duymaya başlayacaklarını ve bunun aslında duygusal bakımdan olgunlaşmış ve benliklerini kontrol altına almış gençler için istenecek ve tamamlayıcı bir şey olduğunu her anne baba bilmelidir. Flört etmeye bütünüyle karşı çıkmak, genci ailesini aldatmaya yöneltir. Elinde zaten yeteri kadar fırsat da vardır. Ancak önemli olan şey gencin gününü kimlerle, nerede ve nasıl geçirdiğidir.

Şakacı bir yazarın dediği gibi “gençlik çağı gençlere bırakılamayacak kadar değerlidir”.

Değeri geçtikten sonra bilinen, eski kuşakların özlemle andığı bir çağdır gençlik. Gençlerin istediği daha çok özgürlük daha çok güven ve daha çok anlayıştır. Bu çağ, gencin çatışma yaşadığı anne babaya aslında en çok ihtiyaç duyduğu çağdır. Gencin anne baba ile çatışmasının sağlıksız boyutlara ulaşmasını önlemek sağlıklı bir iletişimle gerçekleşebilir. Sağlıklı bir iletişimi kurup sürdürebilmek, karşılıklı açık, net ve dürüst paylaşım fırsatını oluşturabilmek, olası hatalarını zamanında fark edip onlara rehberlik edebilme imkanını verir.

Sorunsuz bir ilişki için:

  • Genci önce bir birey olarak kabul edin. Ona sevgi ve saygı gösterdiğinizi belli edin.
  • Gençlik çağına özgü biyolojik, ruhsal ve toplumsal değişme ve gelişmeleri, bunların gencin davranışına ne biçimde yansıdığını bilip tanıyın, gençlik çağının fırtınalı ve zor olduğunu unutmayın.
  • Gencin duygu değişiklikleri ve zorlanmalarından kaynaklanan davranışları karşısında serinkanlı olun. Kırıcı, sert ve yıkıcı davranışlarda bulunmayın.
  • Genci hiçbir zaman başkalarının önünde eleştirmeyin.
  • Gencin karşısına anne baba anlaşmış olarak ve tek bir fikirle çıkın.
  • Genci denetlemek, engellemek ya da ödün, ödül vermek için tutarlı davranın, kimi kez ödüle değer bulduğunuz bir davranışı başka bir zaman kötüleyip yermekten kaçının.
  • Gencin yaşamı, giyinişi, süslenmesine ilişkin karar alırken durumu gençle tartışmak yerine onun düşünce ve önerilerine anlayış ve saygı gösterin.
  • Aile ve evle ilgili konularda ve sorunlarda gencin de düşünce ve önerilerini alıp onunla konuşup tartışmaktan sakınmayın.
  • Konuşma ve tartışmalar sırasında gencin doğru düşündüğü, gerçeği bulup söylediği durumlarda ona hak verin, onu önemseyin, düşünce ve önerisini gerçekleştirmek için yardımcı olun.
  • Gençlerle yapılan konuşma ve tartışmaları onları korkutarak ve yıldırarak kesmeyin.
  • Gence neyin niçin yasaklandığını, neyin niçin hoş görülmeyeceğini açıklayın.
  • Gence bol bol öğüt vermek yerine örnek davranışlar yapın ve örnek davranışlarını bulup gösterin.
  • Fikir ayrılığı yaşadığınızda şu sorular üzerine düşünün: Sorun üzerinde bu kadar durmağa değer mi? Gencin fikri kabul edildiği taktirde, bunun çocuğa bir zararı dokunacak mıdır? Yoksa anne babaya karşı koyuşu, kişisel nedenlerden mi gelmektedir?

Anne baba olarak çocuklarınız üzerinde oldukça etkin bir rolünüz vardır. Doğru kararlar vereceklerine güvenmeleri çocuklarınıza kazandırdığınız en önemli özellik olacaktır. Bu sayede akranlarından gelen baskılara karşı dimdik ayakta durabilecek ve içgüdülerine kulak verirken kendilerini güvende hissedeceklerdir. Ancak yine de sürekli bilgi alın, çocuğunuzu iyi dinleyin, arkadaşlarını eve davet etmesini destekleyin (en azından nerede olduklarını ve ne yaptıklarını yakından takip edebilirsiniz) aksi ispat edilene kadar onlara güvenin ve hata yapmalarına izin verin. Düştüklerinde tutmak için arkalarında değil, düşmemeleri için önlerinde değil, yalnızca yanlarında onlarla beraber olun. Onların elinden tutmayın, yalnızca yol gösterin.


ana-sinifina-gecis-002-1200x800.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Her çocuk için birebir aynı olmasa da, sağlıklı çocuklar kendilerinden beklenen fiziksel ve motor gelişmeyi göstererek büyürler. Ancak bu arada sürekli değişen psikolojilerine de dikkat etmek gerekir. Çünkü 2 yaşında her şeyi ağlayarak elde etmeye çalışan çocuğunuz 3 yaşına geldiğinde sizi memnun etmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor olabilir. 5 yaşında sürekli onu sevip sevmediğinizi sorup, 6 yaşında birden bire başarısızlıkları artabilir.

Gerek okulda gerekse evde uygun biçimde çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirme, çocuğun yaş gelişim özelliklerini dikkate almayı gerekli kılar. Farklı yaş gruplarına göre; değişen davranışları ve gelişime bağlı karşı koyuşları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Bebeklik döneminin bittiği, çocukluk döneminin başladığı ve 6 yaşına kadar sürecek bu okul öncesi evrenin başlıca gelişimsel görevi çocukların kendi yeterliliklerini sergilemekte ısrar ederek kendi insiyatiflerini elde etme çabalarıdır. Bu yaş dönemi çocuğu, artık anne babanın beklentileri doğrultusunda davranmak yerine evin patronu olup istediklerini anne babaya kabul ettirmek çabasındadır.

Daha önceleri çabalarında, uğraşlarında herhangi bir sorun, huzursuzluk yaratmadan destek görmeyi kabullenmiş olan çocuklar, bu yaşa geldiklerinde her ne yapıyorlarsa kendi başlarına yapmakta ve kendi yeterliliklerini sergilemekte ısrar ederler.

Okul öncesi dönem çocuğu, kendine ait işleri başarma konusunda yol almıştır; yeterliliklerinin ve becerilerinin gelişimiyle meşguldür. Benmerkezci düşünce hakimdir. Her şeyin kendine yönelik, kendisi için tatmin edici olmasını bekler; önce kendi ihtiyaçlarının ve beklentilerinin karşılanması önemlidir. Çocuğun düşünceleri daha çok ihtiyaçlarına, dürtülerine yani haz ilkesine bağlıdır. İstediğine, istediği yerde ve anda sahip olmak ister. Ertelenmesine katlanamaz. Engellenmeye dayanma gücü yetersizdir. Arkadaş ilişkileri ve sosyal beceriler giderek artan bir düzeyde önem kazanmıştır. Arkadaşlarının giydikleri ve onların yaptıkları şeylerle yakından ilgilenmeye başlar, onlar tarafından beğenilmeye önem verir, fakat hala dikkat merkezi anne ve babasıdır. Bu evredeki olumlu ebeveyn yaklaşımları, çocukların hatalardan korkması yerine, onlardan öğrenmesine ve sorumlu davranış geliştirmesine yardım eder.

2 yaş

Kendi kimliğine ilişkin giderek artan bir farkındalığa ulaşmaları, 2 yaş dolaylarındaki çocukların yetişkinin ricalarına ve komutlarına karşı koymalarını da beraberinde getirir. Disiplini sağlamak 2 yaşlarında oldukça önemli bir sorun haline gelir.

Doğru ve yanlış kavramları, davranış kuralları, uygun tavırlar ve değerler, kendinden başka birinin bakış açısını görme yeteneği gibi, çocuğu toplumsallaşmış bir kişilik haline getiren bütün temel nitelikler, öncelikle anne baba tarafından çocuğa kazandırılır. Bu zorlu, sabır ve çaba gerektiren bir süreçtir ve gösterilen çabanın karşılığı zaman içerisinde alınır. Çocuğun uygun tavır ve davranışları gösterebilmesi için bol tekrara ve çevresindekilerin geribildirimlerine; duygusal açıdan olgunlaşabilmesi için de desteğe ve doğru yönlendirilmeye ihtiyacı vardır.

2.5 yaşından itibaren çocuk, zorlu, dikkat gerektiren ve duygu patlamaları içeren deneyimler yaşar. Bu dönemde öfke nöbetlerine sıklıkla rastlanır. Çocuk istediğini ısrarla elde etmeye, güçlü arzularına ulaşmaya, dürtülerini tatmin etmeye çalışır. İstediği her şeyi ağlayarak, vurarak, tekmeleyerek elde etme çabası içine girer. Onun emredici ve talepkar görüntüsü, kötülük olsun diye değil, kendine olan güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Dünya ona büyük ve tehlikeli görünür. Aslında problem kendi istekleri yerine gelmediği için öfkelenip sakinleşememesidir. Bu yüzden odadan dışarı çıkıp öfkesi dininceye kadar onu yalnız bırakmak, o anda minimum ilgi göstermek, onu ikna etme çabasına girmemek, daha sonra sakinleştiğinde yanına gitmek ve bir süre mesafeli davranmak daha doğrudur.

2 yaşındaki çocuğa bir şeyi yapmasını söylediğimizde ya bizi görmezden gelir ya da “hayır” der. Her iki durumda da yasaklanan işi yapmaya devam eder. Söyleneni yapması için kısa, açık ve net talimata, kararlı tutuma zaman zaman da fiziksel müdahaleye ihtiyacı vardır. Sadece sözel talimat uygun davranması için yeterli olmadığında, yanına gidip göz teması kurularak ciddiyetin belirtilmesi ve davranışı sonlandırması için müdahale edilmesi daha uygundur.

Bu yaş çocuğunun hayal ile gerçeği ayırmada sorunu vardır. O kurduğu hayalleri, canlandırdığı öyküleri gerçek olarak algılar. Rüyalar gerçek görünmektedir, canavarlar gerçekten yatağın altında yaşıyor gibidir. Çevreden yapılan korkutucu uyaranları gerçek olarak değerlendirir.

3 yaş

3 yaş çocuğun giderek daha az bencil ve annesine daha az bağımlı olduğu, daha olumlu ve dengeli bir birey haline dönüştüğü, yoğun olarak sorular sorduğu bir dönemdir. 2 yaşında başlayan sorgu çağı artarak sürmektedir. Bu yaş çocuğu, annesine ev işlerinde yardımcı olur, onunla alışverişe gider, oyun oynar, kısaca onu memnun etmeye çalışır. Bu yaş, çocuğun yaşıtlarıyla birlikte oynamaya başladığı yaştır. Yaşıtlarıyla oynamaktan mutlu olur, zamanını onlarla paylaşır. Bu tür fırsatların yaratılması onun gelecekteki sosyal uyumu açısından önemlidir.

Öfke ve kırıklığını hala fiziki olarak yansıtır. Hayalle gerçeği birbirinden ayırmaya başladığı bu dönemde, hayal gücüne bağlı deneyimler yaşar. Kendi kontrolünde hayali bir arkadaş edinir. 3 yaş çocuğu diğerlerinin duygularına duyarlılık gösterir ve onların bulunduğu durumu anlayabilir.

3 yaş çocuğunun daha güçlü bir benlik duygusu vardır ve bağımsızlığı kaybetme endişesi olmaksızın itaat etme eğilimindedir. Çünkü 3 yaş çocuğu kurallara uymaktan hoşlanır. Onun olumlu davranışlarının takdir edilmesi, zorlandığı durumlarda cesaretlendirilmesi ve pozitif yaklaşımla yönlendirilmesi, yetişkinle işbirliğine girmesine yardımcı olacaktır.

Anne baba olarak, empatik yaklaşarak onu anlamaya çalışmanız ve duygularını kabul etmeniz, yanında kendisini ifade edebileceği bir oyun ortamı oluşturmanız, birlikte vakit geçirebileceği oyun arkadaşı bulmanız, onu farklı sosyal ortamlara girmeye farklı kişilerle iletişim kurmaya özendirmeniz, kendine güveninin desteklenmesi açısından yararlı olacaktır.

4 yaş

Karşı gelme yaşıdır. Çocuk isteklerine karşı gelindiğinde, yetişkinlerle uygunsuzca, az çok kaba bir uslupla konuşabilir ve oyun arkadaşlarıyla kavga edebilir. Sınırları zorlar, yetişkin otoritesine meydan okur. Tahrik edildiğinde vurur, tekme atar, mutlu olmadığında bulunduğu ortamı terk etmek ister. Şamatalı güler, yüksek sesle ağlar, duygularında uç noktalarda dolaşan bir değişkenlik görülür. Kaba sözcükler kullanmaktan hoşlanır.

4 yaşındaki çocuk özellikle aynı cinsten olan aile bireyiyle çatışma yaşar.

Bu yaş çocuğuna, doğru ve yanlış kavramları verilmeye başlanmalıdır. Gerektiğinde kendi odasına göndermek veya bir tv programı seyretmesini engellemek gibi basit cezalar uygulanabilir. Ancak, çocuğun niçin ceza aldığını bilmesi gerekir. Çünkü cezalandırılmasının sebebini merak eder ve bu açıklanmazsa kendisine haksızlık yapıldığını düşünebilir.

5 yaş

5 yaş çocuğu, kendi kendine yeter, sosyaldir, kendinden emindir, şekilci ve uyumludur. Uyumsuzluk ve huysuzluk dönemini geride bırakmıştır. O, kas hakimiyetinin gelişmesiyle, daha çabuk karar verebilmesiyle, düzenli cümleleriyle, insanlarla olan sosyal ilişkilerinin artmasıyla farklı bir görünüm sergiler. Anne, 5 yaş çocuğu için dünyanın merkezidir. Annesini memnun etmek, onun yanında olmak, ona yardımcı olmak ister. 5 yaş çocuğu, artık daha çabuk hareket eder. Hep konuşmak ister, yetişkinler gibi uzun cümleler kurmaya çalışır. Bilgisini arttırmak için sorular sorar, her şeyin neden ve niçini ile ilgilenir. Rahat ve ciddidir, dikkatli ve kararlıdır. Nazik bir dosttur. Olumlu geribildirime daha iyi tepki verir.

5.5 yaşına geldiğinde ise zaman zaman öfke nöbetleri ve somurtma tepkileri görülür. Çok yorulduğunda saldırgan davranır, ağlamaklı olur, kolayca ağlayabilir. Baş ağrısı, soğuk algınlığı ve karın ağrısından sıkça şikayet eder olmuştur. “Beni seviyor musunuz?” sorusunu sıkça sorar ve yanıt bekler. Anne baba çocuğu başka çocukların önünde utandırmamaya, başkalarının yanında terbiye etmemeye özen göstermelidir. 5-6 yaşlarında çocuk, kendi duygu ve düşüncelerini ortaya koyacak girişimlerde bulunur. En sevdiği şey, insan figürü çizmektir.

6 yaş

6 yaş çocuğu, tembel ve kararsız davranır. Fakat bir kere karar verdikten sonra onu fikrinden caydırmak her zaman kolay olmaz. 5 yaşındaki uyumlu ve dingin görünüm, 6 yaşında yerini uyumsuzluğa, 2.5 ve 4 yaşlarında görülen olumsuzluk belirtilerine bırakır. Çok sayıda arkadaşla ilişki kurduğu görülür. Bireysel oyunun yerini grup oyunu almıştır. Oyunda kuralları o koyar. Bedenen hayli hareketlidir. Zaman zaman dengesini kaybeder, bir yerlere takılıp düşer. Bu yaş çocuğu her şeyin hepsini ister ve paylaşmaktan kaçınır. İstekleri hiç bitmez ve anında yapılmasını ister. Her şey istediği şekilde olmalıdır. Birçok hayali rollere girer, grup oyunlarından çok hoşlanır. Yarışma ortamlarında başarısızlığa tahammülü yoktur. Oyun saatleri fırtınalı geçer. Birinci olmaya ihtiyacı vardır. Arkadaş ilişkilerinde zaman zaman emreden, tartışan, korkutan veya vuran bir kişi olarak dikkati çeker. Bencil ve kavgacı olabilir. Fırtınalı ve duygusal bir yaştır. Sürekli bir şekilde dikkate alınma arzusunu yaşar. Eleştiriler karşısında çok duyarlıdır. Duyguları kolayca örselenir. Kolayca ağlar.

Tüm araç gereçleri iyi kullanır. Bazı sorumluluklar yüklenir, söylenenleri dikkatle dinler, dikkat süresi uzar. Kendisiyle gerçek nitelikte eğitim uygulamaları yapılacak çağa gelmiştir. Bağımsızlığın ortaya çıkması zaman zaman çocuk için bir kaygı nedeni oluşturur. O da, bu kaygıyla başaçıkabilmek için her şeyi kontrolü altında tutmaya çalışır. En iyi olmak, birinci olmak, her şeye sahip olmak, sevilmek ve övülmek ister. Suçlanmak ve eleştirilmek istemez. Kendisine verilen cezalara tepki gösterir. Bu yaşlardaki çocukların başarısızlıkları üzerinde durulmamalı, başarıları ise belirtilmelidir. Başarıları belirtilirken neden başarılı olduğu da açıklanmalıdır.

6 yaş çocuğunun kendine bakım ve günlük temizlik alışkanlığı ile göz-el koordinasyonunu kazanmış olması önemlidir. Kendi başına kolay giyilebilen pantalonunu giyip çıkarabilen, tuvalete gidip temizliğini yapabilen, kendi başına yemek yiyebilen çocuk, okuluna daha iyi uyum sağlayabilir, kendine yetebilir ve daha özgüvenli olur. Burada ailenin yaklaşımı ve çocuğa verilmiş olan fırsatlar önemlidir. Çocuğun edindiği becerileri yaygın olarak her ortamda kullanabilmesi için ailenin okulla paralel yaklaşımı benimsemesi önem taşımaktadır.

Biz artık biliyoruz ki, çocuk, bizim çocuğumuz, bizim öğrencimiz, bizim eşyamız olmadığı zaman, bize kör bir uyumla bağlanmadığı zaman başarılı olur. Onu özgürleştirmeye çalıştığımız zaman, ona farklı düşünme olanağı, kendi değer normlarını seçme, ona kendini yaratma olanağı verdiğimiz zaman yetişkinliğe hazırlanmış olur.

Ana-babasından gelen itici tutumlar, çocuğun kendisini değersiz bulmasıyla sonuçlanır. İstenen davranışları gösterdiğinde desteklenen çocuk, onaylanan davranışlarının hangileri olduğunu öğrenir. Bu ortam özgüvenli çocuk yetiştirmenin temelidir. Günümüz şartları dikkate alındığında, kendi kendini yönetebilen, atılgan, güvenli, kendi başına karar verip sorumluluğunu üstlenebilen çocuk ve yarının gençlerini topluma kazandırmak çok önemlidir.


alt-islatma-002-1200x675.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Anne babalar, küçük yaştan itibaren çocuklarının tuvalet ihtiyaçlarını kendilerinin çözümlemelerini beklerler. Oysa, bu faaliyet yeterli düzeyde kas kontrolü gerektirdiğinden, 2-3 yaşından önce gerçekleşemez. Anne ve babanın bu işlemi çocuğu zorlayarak, çok sert ifadeler kullanarak geliştirmeye çalışması, çocukta korku, hiddet ve endişe uyandırır.

Bu tutum, çocukların duygusal dengesini bozduğu gibi, amaçlananın tersine tuvalet alışkanlığı kazanımını geciktirici bir rol de oynayabilir. Tuvalet alışkanlığı, çocuğun endişe üretmesine sebep olmadan, sakin bir şekilde ve zor kullanmadan gerçekleştirildiği sürece etkilidir. Bu alışkanlığın başladığı tarih değil, çocuk için buna hazır olduğu doğru zamanın seçilmesi önemlidir.

Tuvalet eğitiminden kaynaklanarak ortaya çıkan çeşitli davranış sorunlarının en yaygın nedeni bu zorlamadır. Zorlama ile lazımlığa oturtulan çocuklar, daha sonraki aylarda lazımlığa oturmayı reddederler. Aynı çocuklar, lazımlıktan kalkar kalkmaz bile bile idrar ya da dışkılarını tutarlar ve ciddi biçimde kabız olurlar veya altlarına yaparlar. Zorlanan çocukların bazıları, ilerde yataklarını ıslatan, enuretik çocuk olurlar. Bazılarında da çeşitli uyum ve davranış bozuklukları görülebilir. Diğer eğitim konularında olduğu gibi, tuvalet alışkanlığının kazandırılmasında da önemli olan, özverili ve sağduyulu bir tutumla çocuğun desteklenmesidir.

Yaşlara göre tuvalet alışkanlığı

Çocuk 15 aylıktan önce kendiliğinden lazımlığa oturamaz. Kontrolün ilk aşamalarında, idrar kesesi boşalma ihtiyacı duyduğunda bekleyemez. İki yaşlarında çoğunlukla çocukların tuvaletlerini annelerine vaktinde haber verdikleri görülür. 2-2.5 yaşına gelindiğinde ise, çocukların çoğunluğu külotlarını indirerek tuvalete tırmanıp oturmaya ve temizlenme dışında her türlü ihtiyaçlarını kendi başlarına görmeye çalışırlar. 3 yaşlarında, gün içinde rastlanan idrar ve dışkı kaçırmaları azalır, bununla birlikte çocukların tuvalet ihtiyaçlarını gidermek üzere son dakikaya kadar beklemelerine sık rastlanır. 2.5 yaş civarı, çocukların çoğu geceleri yataktan kaldırılarak tuvalete götürülürlerse geceyi kuru geçirirler. Bununla birlikte, 4.5 yaşına kadar bazı kaçırmalar olabilir. Yine bu yaşlarda, çocuklar tuvalet için gece kalkmayı öğrenirler.

Çocuğun gece ve gündüz idrar kontrolünü sağlayabilecek olgunluğa ulaştığı 4-5 yaştan itibaren, gece alt ıslatmalarının çocuk 6 yaşını geçtiği halde devam etmesi bir sorun olarak kabul edilmelidir ve aileler sıklıkla bu sorunun üzerinde durmaktadır. Gece altını ıslatma, gece uyku sırasında farkında olmadan istem dışı idrar yapma olarak tanımlanabilir. Haftada 2’den fazla idrar kaçırılması, gece altını ıslatma olarak kabul edilir. Alt ıslatma, çocukluk çağında ve ileri yaşlarda oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Çocuklarda, tuvalet eğitiminin en geç kazanılan aşaması gece idrar kontrolüdür. Bazı çocuklarda, bu akranlarına göre daha da geç olmakta, çocuk gündüzleri kuru kalıp zamanında tuvalete giderken, gece tuvalet ihtiyacıyla uykudan uyanamamakta ve farkında olmadan idrarını yatağına yapmaktadır. Bu çocuklar, uykusu ağır ve kolay uyandırılamayan çocuklardır.

Bilinçli mi yapıyor?

Bazı anne babalar çocuklarının bilinçli olarak altlarını ıslattıklarını düşünebilir. Bu nedenle çocuklarını yargılayan, suçlayan, hatta cezalandıran aileler vardır. Oysa, çocukların büyük bir çoğunluğu, bilinçli olarak altlarını ıslatmazlar. Bilinçli olarak ıslatsalar bile, çevrelerine bir mesaj vermek için, yani rahatsız oldukları durumları ifade etmek için bunu yaparlar. Her iki durumda da ailelerin, cezadan ve suçlayıcı tavırlardan uzak durmaları gerekir. Bu tip baskıcı tutumlar sorunu arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Çoğunluğu bilinçsizce ortaya çıkan bu davranışı anlamak için alta kaçırma davranışının nasıl oluştuğunu bilmek gerekir. Vücudumuzdaki kasların bir kısmını kendi irademizle denetleyebiliriz, ancak bir kısmı irademiz dışında hareket eder. Herhangi bir duygusal sorun yaşadığımızda, kaygı, korku veya gerginlikle idrar torbasını meydana getiren kaslar da vücudumuzdaki diğer organların kasları gibi harekete geçebilir. Tuvalet eğitimini yeni almış çocuklar, bu organın kasları üzerinde yeterince kontrol sağlayamadıkları için altlarına kaçırırlar. Çocuklarda alt ıslatma davranışının geceleri daha çok görülme sebebi de, çocukların bu kasları gece daha zor kontrol edebilmeleridir.

Birçok uyum ve davranış bozukluğunda olduğu gibi, altını ıslatma davranışında da, anne babaların yanlış tutumları, sorunu gidermek yerine daha da arttırabilir. Tırnak yeme, dikkat dağınıklığı, kıskançlık gibi yeni uyum ve davranış bozukluklarının ortaya çıkmasına neden olabilir. Ayrıca özgüven eksikliği, içe kapanıklık, aşırı kaygılı olma gibi sorunların ortaya çıkmasına katkıda bulunarak, kişilik gelişimini olumsuz etkileyebilir.

Anne babalar nelere dikkat etmeli?

Alt ıslatma sorunu olan çocukların anne babaları, aşağıdaki konularda dikkatli davranarak, sorunun artmasını ve yeni sorunlara sebebiyet vermesini engelleyebilirler.

  • Sorunun çözümü için, bu davranışın temelinde neler yattığını bulmak ve sebepleri ortadan kaldırmak için mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır. Lütfen, 4 yaşından sonra devam eden alt ıslatma davranışını önemseyin ve çevrenizden önerilen yöntemler ve kulaktan dolma bilgilerle hareket etmek yerine bir psikoloğa başvurun.
  • Her çocuğun altını ıslatma davranışının altında yatan sebepler farklıdır ve bu sebepler ancak titizlikle çalışılarak ortaya çıkarılabilir. Alt ıslatma davranışının çok yaygın bir sorun olması, geçici ve önemsiz olduğu anlamına gelmez. Aksine ileriki yaşlarda okul başarısızlığından, içekapanıklığa kadar pek çok önemli soruna neden olabilmektedir.
  • Enüretik çocukların benlik saygılarının düşük olduğunu gösteren araştırma bulguları vardır. Enürezis, özellikle çocukların kişilik gelişiminde etkili olan okul gezilerine katılmak, arkadaşlarının, yakın akrabalarının evlerinde kalmak, tatil için veya sürdürmekte olduğu bir hobisi için yatılı kampta kalmak gibi sosyal faaliyetlere katılımını güçleştirir ve yaşamını önemli ölçüde etkileyebilir.
  • Böyle bir durumda ailenin sabırlı bir tutum içerisinde olması gerekir. Aslında çocuk da bu durumdan dolayı utanmakta ve gece kuru kalmayı istemektedir. Ancak bu onun elinde olan bir şey değildir.
  • Çocuğa zaman tanınmalıdır. Her kuru uyandığı sabah için çocuğa “harikasın, bunu başarabileceğini biliyordum” gibi olumlu mesajların verilmesi gerekir. Bunu başaramadığı zamanlarda ise “gelecek sefere denersin, bunun üstesinden beraber gelebiliriz” şeklinde yaklaşılmalıdır. Çocuğun ihtiyacı olan ilgi ve zamandır.

Zaman zaman kuru, zaman zaman ıslak…

Gece alt ıslatma, eğer çocuk gece kuru kalmayı hiç başaramamışsa birincil, eğer en az 6 ay kuru kaldıktan sonra tekrar yatak ıslatmaya başladıysa ya da zaman zaman kuru kalıp zaman zaman alt ıslatma oluyorsa ikincil olarak adlandırılır.

Birincil enürezisde, normal gelişim basamağına daha geç ulaşan bir çocuk söz konusudur. Bu çocuklarda, mesane kaslarında dengesizlik, mesane kapasitesinin sınırlı olması, fizyolojik ya da nörolojik olarak tam gelişmemiş bir mesanenin olması, çocuğun derin bir uyku paternine sahip olması, çok su içme ve gece idrarının az olmasını sağlayan ADH (antidiüretik hormon) ile ilgili problemler sonucu gece idrar yapma ihtiyacı oluşur ve çocuk uyanamayarak altını ıslatır. Genellikle derin uykusu olan çocuklarda mesanenin tam olarak dolduğu hakkındaki bilgiler beyne iletilemeden çocuk yatağını ıslatır.

Birincil enürezis genellikle kalıtsaldır. Çocukluklarında hem anne hem de baba benzer bir sorun yaşamışlarsa, çocuk için de risk yüksek olacaktır. Genellikle gece kuru kalabilme yaşı da benzer olacaktır. Genel popülasyona oranla bu çocuklarda dikkat eksikliği sendromu, öğrenme problemleri ve alerjik bazı problemler daha sıkça görülebilir. Alt ıslatma, erkek çocuklarda kızlara göre 4 kat daha sık görülmektedir. 5 yaşındaki çocukların %15’i halen gece kuru kalamamaktadır. Ancak yaş ilerledikçe bu oran azalmaktadır. Örneğin 14’lü yaşlarda bu oran %3’lere, yetişkinlerde ise %1’lere gerilemektedir. Çok az vakalarda alt ıslatma, adölesan çağa kadar devam etmektedir.

Eğer bu durum, çocuk için sorun oluşturmaya başladıysa, doktora başvurma zamanı da gelmiş demektir. Altını ıslatma yakınması ile doktora getirilen çocuklar daha önce bahsedilen başka bir hastalığın varlığı bakımından incelenir. Bunun için gündüz altına kaçırma, zor idrar yapma, kabızlık, zor ve acil idrar yapma, çok idrar yapma, kafa travması geçirme gibi yakınmaların olup olmadığı soruşturulur. Altını ıslatan çocukların %95’inde fiziksel bir neden yoktur.

Genellikle eğer çocuk tuvalet eğitimi aldıktan aylar sonra gece alt ıslatmaya başladı ise ikincil enürezis söz konusudur. Bu durum, çocuğun bir güven sorunu olduğunun yansıması olabilir. Yeni bir yere taşınmak, aile üyelerinden veya çok sevdiği birinin ölümü, yeni bir kardeşin doğumu, boşanma, taşınma gibi çocuğun kendini güvende hissetmemesine yol açabileceği bazı olaylar ya da stresli geçen bir tuvalet eğitimi veya altta yatan idrar yolu enfeksiyonu, şeker hastalığı gibi fizyolojik rahatsızlıklar alt ıslatma sorununu gündeme getirebilir. Bu durumda dönemsel alt ıslatma görülür. Önceden böyle bir sorunu olmayan çocukta, psikolojik bir stres olmadan altını ıslatma başlarsa ve davranışsal gerileme söz konusuysa, okul başarısızlığı, korku gibi ek bulgular da varsa bu durum bir an önce mutlaka çocuk psikiyatristleri tarafından değerlendirilmelidir.

Nasıl tedavi edilir?

Tedavi de çeşitli yöntemler mevcuttur. Ancak, ilk basamak olarak çocuğun ne tür bir alt ıslatma alışkanlığına sahip olduğu tespit edilmelidir.Gelişimini tamamlamış çocuklarda mesane egzersizleri ile mesane kapasitesi arttırılabileceği gibi, derin uykusu olan çocuklarda da daha hafif bir uyku düzeni oluşturarak beyine gerekli mesajların iletilmesi sağlanmalıdır. Genelde tedavi metodu başlıca iki çeşittir. Birincisi davranış terapisidir, ikincisi ise ilaçla tedavidir.

Aileye danışmanlık da tedavi sürecinde önem taşır. Aileye danışmanlık yaparken, ailenin çocuğun enürezisine karşı duygu, düşünce ve davranışları incelenir. Aileler bu duruma öfke, utanç ve bıkkınlık hissederek cezalandırma, kıyaslama, utandırma, onun yanında başkalarıyla paylaşma, altını ıslatmasını bahane ederek çocuğun taleplerini reddederek yiyecek ve içeceklerine sürekli kısıtlamalar getirme gibi tutumlarla olumsuz davranabiliyorlar veya çocuğu bezlerken öpüp severek enürezisi destekleyen tutumlarda bulunabiliyorlar. Her iki tutumun da zararlı olduğu aileye açıklanır.

Davranış terapisi ve ilaç tedavisi

Gece kaldırma prosedürü, yatmadan önce tuvaletini yapan ve sıvı alımını azaltan çocuğu, gece uyurken yatma saatinden sonraki 1.5 saat ve katlarındaki periyotlarla tuvalete kaldırmakla yapılmaktadır. Uykunun 1.5 saatlik periyotlarla hafiflediği ve yine aynı sürede mesanenin dolduğu bilinmektedir. Hem çocuğa hem de aileye görev düşmektedir. Çocuğu tuvalete kaldırmakla yetinmeyip onun yürüyerek tuvalete kadar gitmesine ve dönüşte tekrar yatağına kadar gitmesine refakat etmek gerekir. Ayrıca çocuğun uyuduktan sonra hangi saat diliminde altını ıslattığının tespit edilmeye çalışılması, kaç saat sonra kaldırılacağına karar verilmesi açısından önemlidir. Bir veya iki kere kaldırmak kuru kalkması için yeterli olacaktır. Çocuk yattığında tuvalet için kalkma konusunda kendini şartlandırmalı, sorumluluğu paylaşmalıdır. Sonuçta birkaç hafta sonra çocuğunuzun kendiliğinden kalkıp tuvalete gittiğini ve kuru gece geçirdiğini görmeniz mümkün olacaktır.

Takvim tutma ve ödüllendirme teknikleri ise çocuğun motivasyonunu artırır ve ona sorumluluk verir. Bu yöntemde çocuk ıslak veya kuru olduğu geceleri bir takvim üzerinde işaretler. Yazma bilmeyenler güneş ve yağmur resmi ile, bilenler yazı ile belirtebilirler. Bu işaretler kesinlikle çocuğun kendisi tarafından yapılmalıdır. Eğer takvimde işaretlenmiş olan kuru günler çoksa çocuğa ödül verilir. Duygusal içeriği olan ödüller (kucaklamak, başardığını hissettirmek, aferin demek) daha etkili olur. Çocuğun dikkati probleme yoğunlaştırılmamalıdır. Başarısızlıklar dikkate alınmamalı, başarı ödüllendirilmelidir.

İdrar yolu çevresi (kas egzersizi) prosedüründe amaç, idrar tutmaya yarayan birtakım adaleleri, tıpkı haltercinin yaptığı adale gelişimi gibi geliştirmek ve böylece idrar tutmayı sağlamaktır. Bu yöntemde çocuğa genital bölge ile poposu arasındaki adaleleri kasmasını ve gevşetmesini koordineli olarak öğretmek ve bu adaleleri güçlendirerek idrar tutmayı sağlamak, çocuğa idrarı geldiğinde bir süre tutmasını öğretmek ve bu süreyi giderek arttırarak idrar tonusu ve kapasitesinin arttırılması hedeflemek temel amaçtır. Şüphesiz bu yöntemin başarılı olabilmesi için aile ve doktor arasında sıkı bir iletişimin olması gerekir.

İdrar alarm cihazı yönteminde, çocuğun az miktarda idrar yapmasıyla idrar alarmı denilen bir zil çalar ve çocuk uyanarak tuvalete gider.

Çocuğun tedaviye dirençli olması, birlikte davranış ve duygulanım sorunlarının görülmesi, zorlu yaşam olaylarından sonra başlayan ikincil enürezis olması söz konusu ise bir uzmana başvurarak psikoterapi görmesi gerekir.

İkinci yöntem olan ilaç tedavisinde ise, sık kullanılan iki ilaçtan bahsedilmektedir. Uyku derinliğini azaltan ve sidik torbasına etki yapan ilaçların 4-16 hafta boyunca uygulanması gece işemelerinde %70-80 oranında etkili olabildiği saptanmıştır. Ancak ilaç tedavisine çok zorunlu durumlarda başvurulmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki, alt ıslatma bir gün biter. Bunu bilip, sakin olunması önemlidir.


ozguvenli-cocuk-yetistirme-001-1200x801.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Her anne-babanın ortak isteği “kendine güvenen” çocuklar yetiştirmektir. Gerçekten çocuğun sağlıklı gelişimi için “özgüven” ilk sıralarda gelir ama özellikle çocuğu utangaç olan aileler için durum biraz zordur.

Özgüven, çocuklarının doğumundan itibaren her ana-babanın uğraştığı bir konu. Çocuğun özgüvenini geliştirmek, korumak ve artmasını sağlamak, çocuk yetiştirme becerilerinin başında gelir; çünkü yeterince gelişmiş özgüven duygusu, hem öğrenme yetisini, hem sosyal ilişkilerde başarıyı, hem de gelişim yüzlerini etkileyen önemli bir duygudur.

Özgüven, bir insanın tavırlarını, duygularını ve kişisel özelliklerini; yetenek, beceri, görünüm ve toplumsal kabul edilirliğini nasıl değerlendirdiği ve ne dereceye kadar kabul edip onayladığıyla ilgilidir. Örneğin bir çocuğun becerileri sahip olmak istedikleriyle örtüşmüyorsa, kendisini yetersiz hissedebilir ve bu durum onun özgüven duygusunun düşük olmasına yol açabileceği gibi, düşük özgüven de ders başarısını ve toplumsal ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir. Özgüven, bir başkası için anlam ifade etmeyecek kadar öznel bir değerlendirmedir.

Çocuklar, olgunlaştıkça sahip oldukları becerileri kendileri değerlendirmeye, özgüvenlerini biçimlendirmeye başlarlar. Bunu yaparken ailenin yanı sıra öğretmenler ve yaşıtlar gibi diğer kaynaklardan da beslenirler. Okul, bu anlamda çok önemli bir kaynaktır ve bu yüzden çocuğun okulla ilgili söylediklerini gerçekten dinlemeli, sadece okulda yaptıklarını değil, bunlar hakkında hissettiklerini de duymaya çalışmalıdır.

Özgüven, belli bir düzeye ulaşıncaya kadar gelişir; genellikle 10 yaşında özgüvenin gelişimi tamamlanır ve bir süre sonra, ergenlik döneminde çocuk özgüvenini test etmeye başlar. Çocukların özgüvenini en çok etkileyen kaynak anne-babadır. Çünkü çocuklar ilk yıllarını, onları çevreleyen yetişkinlerin kendileri hakkındaki düşüncelerinin bombardımanı altında geçirirler, sonraki yıllarda da bu duyduklarını kendi davranışlarına yansıtmaya başlarlar. Anne-babadan sonra çocuğun özgüveninde en büyük etkiyi yapan öğretmenleridir. Sonra da yaygın inanışın tersine akranlarıdır.

Sağlıklı bir özgüven duygusu geliştirmiş olan çocuklar,

  • Hem derslerde, hem ders dışı konularda kendilerini yeterli bulurlar.
  • Bir şeyi başarmada kendilerine güven duyarlar, çözüm üretmeye yönelik çaba harcarlar.
  • Okul, öğretmenleri ve arkadaşları hakkında olumlu duyguları vardır.

Özgüvenleri yaralanmış çocuklar ise,

  • Toplumca kabul edilmeyen alışkanlıkları edinmede arkadaş baskısından daha çok etkilenirler, sosyal başarıları daha azdır.
  • Daha içe kapanık ve kaygılıdırlar
  • Bir işi başarmak, bir soruna çözüm bulmak konusunda kendilerine güvenleri düşüktür, bir başkasının destek ve onayını beklerler.
  • Kendilerini sürekli eleştirirler, olumsuz duygu ve düşünceleri kendilerine yöneltirler.
  • Varolan potansiyellerini başarıya dönüştüremezler.
  • Depresyona daha yatkındırlar.

Özgüveni düşük olan çocuk, aşağıda anlatıldığı gibi davranıyorsa kendisine ve çevresine karşı güven duygusunun gelişimi için anne babanın desteğine ihtiyacı vardır.

  • Okul, öğrenme, arkadaş ilişkileri gibi önemli konularda kendine güvensizlik duyuyorsa,
  • Başkalarına sözel ya da fiziksel olarak kaba davranmaya başladıysa,
  • Yeni şeyler denemekten çekiniyorsa,
  • Doğal kabul edilebilecek düzeyin üzerinde olumlu veya olumsuz davranışlarıyla dikkat çekmek için aşırı çaba harcıyorsa,
  • Kendisiyle ilgili hep karamsar ve kendisini aşağılayan konuşmalar yaparak insanları etkilemeye çalışıyorsa,
  • Sürekli, onu sevmediğinizi ya da istediği kadar övmediğinizi düşünüyorsa,
  • Utangaçlığından, düşünce ve duygularını dürüstçe ve açıkça dile getirmiyor ve haklarının çiğnenmesine izin veriyorsa,
  • Öğretmeni, sınıfta gözlemlediği davranışlarını değerlendirdiğinde özgüven sorunu olduğunu ifade ediyorsa, özgüven konusunda çocuğu desteklemek için anne ve baba çaba harcamalıdır.

Çocuğun özgüvenini geliştirmek için anne ve baba ona nasıl yardım edebilir?

  • Çocuğa sınırların belli olduğu ve sevginin açıkça ifade edildiği olumlu bir ev yaşamı sağlanmalıdır. Böyle bir ev ortamında yetişen çocuğun, hem akademik, hem de kişisel özgüveninin temeli oluşturulmuştur.
  • Anne-babanın çocuğundan beklentileri onun yetenekleri ve yapabilirliği ile kıyaslandığında gerçekçi olmalıdır.
  • Okulla ilgili yetersizliklerinden çok başarılarının üzerinde durulmalıdır. Bir dersten aldığı düşük bir not, diğer dersteki çalışma ve başarısını gölgelememelidir.
  • Başarıyla sonuçlanmasa bile çabaları takdir edilmelidir. Bir çocuğun anne-babası tarafından, “Öğrenmeye çalışmandan gurur duyuyorum”, “İyi çalışman beni mutlu ediyor” gibi sözlerle yüreklendirilmesi, çocuğun daha çok çaba harcaması için onu motive edecek, mücadele gücünü geliştirecektir.
  • Başarıları kadar gösterdiği gelişme ve ilerlemeler de çocuğun dün yapamadıkları ile bu gün yapabildikleri karşılaştırılarak somut olarak ortaya konmalıdır.
  • Çocuğa kendi işini kendisinin yapması için fırsat tanınmalı, kendi başına yapabileceği işler bir yetişkin tarafından yapılmamalıdır.
  • Sosyal muhakemesini geliştirmek için sorunu onun adına çözülmemeli, çözüm bulmasına yardımcı olunmalı, alternatifler üzerine düşünmesi sağlanmalıdır.
  • Başladığı işi bitirmesi konusunda motive edilmeli, destek olunmalı, model oluşturulmalıdır.
  • Başarısızlıkta yaptığının zor olduğunu kabul edip denemesi için yüreklendirilmeli, mücadele etmesi sağlanmalıdır.
  • Çocuğun; duygu, düşünce ve inançlarını; açık dürüst ve başkalarının haklarını ihlal etmeden, karşısındaki kişiyi aşağılamadan, incitmeden ve ezmeye çalışmadan ifade etmesi sağlanmalıdır.
  • Duygularını ifade etmesi, yaşadıklarını paylaşması konusunda ona model olunmalıdır. Konuşmaya başladığında onu sonuna kadar dinlemek, onun anlatmak konusundaki motivasyonunu ve kendini ifadesini arttıracaktır.
  • Çocuk haklı olduğunda haklılığı vurgulanmalı, haksız olduğunda hataları ve nasıl düzeltilebileceği konuşulmalıdır.
  • Kendi kararlarını verebilmesi, seçim ve tercihlerini yapabilmesi için uygun ortam yaratılmalı; karar, seçim ve tercihlerinin sonuçlarına katlanması sağlanmalıdır.
  • Evde düzenli olarak belli konularda sorumluluk alması sağlanmalı ve aldığı sorumlulukları yerine getirip getirmediği izlenmelidir.
  • Çocukla konuşurken yere çömelmeli ve onun göz seviyesine inilmelidir; bu ona önemli olduğu mesajını verir. Onun da diğer kişilerle iletişiminde göz teması kurmasına özen gösterilmelidir.
  • Çocuğun mümkün olduğu kadar farklı sosyal ortamlarda bulunması sağlanmalı, değişik insanları, çevreleri ve ortamları tanıması için fırsat verilmelidir.
  • Girdiği farklı sosyal ortamlarda başarabileceği görevler alması sağlanmalıdır.
  • Çocuğun zamanını verimli kullanması için onu yönlendirmek gerekir. Kendi kendisini meşgul edebileceği konular konusunda rehberlik edilmeli, kendine yetebildiğini görmesi sağlanmalıdır.
  • Hoşlandığı, başarılı olabileceğine inandığı, yetenekli ve ilgili olduğu alanda bir hobi edinmesi sosyalleşmesi ve özgüveninin gelişmesi açısından önemlidir.
  • Ailedeki tüm bireylerin, kişisel sorunlarını, aile içi sorunlarını, başlarına gelen iyi-kötü olayları, anne babayı ve onu sevindiren ve üzen olayları konuşup paylaşabildiği düzenli toplantılar yapılmalıdır. Bu toplantılar aile içi uyumu ve huzurlu birlikteliği geliştirecektir.

Tüm bunlar çocuğun sosyalleşmesine ve özgüveninin gelişmesine yardımcı olacaktır. Sosyalleşen ve özgüveni gelişen çocuk, zayıf benlik kavramı, başarısızlık duyguları ve olumsuz iç konuşmalarla beslenen utangaç çocuğun aksine; kendini ezdirmeyen, başkalarının isteklerine uymak istemediğinde bunu uygun bir ifadeyle dile getirebilen, hakkını savunan, duygu ve düşüncelerini her koşulda ifade edebilen, empati kurabilen, karşısındakinin istek ve beklentilerini, duygu ve düşüncelerini önemseyen ve dikkate alan, arkadaşları tarafından kabul gören, sınıfta soru sorabilen ve sorulan sorulara gönüllü olarak cevap verebilen, sınıf oyunları ve grup çalışmalarına gönüllü olarak katılan, okul sonrası sosyal etkinliklere ve okul partilerine katılan, liderlik rolünü ve verilen sorumlulukları yerine getiren, dışadönük ve uyumlu ilişkiler kurabilen girişken bir çocuk olacaktır.

Utangaç çocuklar için;

  • Yapmak istediği şeylerin listesi yaptırılmalı, bunlar birlikte oynanarak canlandırılmalıdır.
  • Toplumsal ya da akademik ortamlarda hissedebileceği kaygı düzeyini azaltabilmesi için ona destek olunmalıdır. Süreci ona anlatarak onu önceden hazırlamak, partilere erken gitmeye çalışmak, ilk gelen çocuklar arasında olmasını sağlamak, oynanacak oyunları önceden biliyor olmasına özen göstermek onu rahatlatacaktır. Sınıfta sözlü sunu yapacaksa başlangıçta sunumunun kısa olmasına ve rahatlayana kadar evde anne-babaya sunmasına fırsat verilmelidir.
  • Çocuğun özellikle iyi olduğu konularda başka bir çocuğa yardımcı olması için öğretmeniyle görüşülmelidir. İyi bildiği bir şeyi bir başkasına anlatabilecek konumda olmak, çocuğun başkalarıyla konuşma becerisini arttıracaktır.
  • Öğretmeni ile tahtayı silme, bitkileri sulama, bilgisayarı açma gibi sınıf içi sorumluluklar vermesi konusunda işbirliğine girilmelidir.
  • Daha önceden çalıştığı sorulardan birinin öğretmen tarafından sınıfta sorulması için öğretmenine danışılmalıdır, soruyu başkalarının önünde cevaplarsa çocuğun kendine güveni artacaktır.

Bağımsızlık ve sorumluluk, çocuğun utangaçlığını azaltacak, kendine olan güvenini geliştirecektir. Bu konuda çocuğa yardımcı olmak için, hangi yönlerinin onaylanmadığı ile ilgili olarak onunla konuşulmalıdır. Belli bir olay ele alınmalı ve bir daha yapma fırsatı olsa nasıl davranacağı sorulmalıdır. Söz konusu davranışı etiketlemek yerine tarif ederek, davranışı değerlendirmek yerine tarafsız kalarak, beklentileri genel değil, öznel örneklerle anlatarak, yorumlara karşılık tepki vermesini isteyerek çocuğa geribildirim verilmelidir. Eğer çocukla suçlamadan ve yargılamadan konuşulabilirse, şimdikinden daha farklı şekillerde davranma yollarını bulmasına yardım edilmiş olacaktır.

Bugünün çocuklarının yarın yetişkin olduklarında oldukça güç şartlarda yaşam mücadelesi vermeleri gerekeceği ve anne babaları gibi onları kucaklayacak ve destekleyecek yetişkinlerle bir arada olmayacakları düşünüldüğünde, kendi ayakları üzerinde durabilen, zorluklar karşısında mücadele gücü olan, duygusal ve sosyal açıdan güvenli ve güçlü çocuklar yetiştirmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.


Ne-Zaman-Ne-Kadar-Harçlık.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Hayat kalitemizi belirleyen para, biz yetişkinler kadar çocuklar için de çok önemli. Çünkü beğendikleri bir oyuncağı ya da bir kırtasiye malzemesini almak için onların da paraya ihtiyacı var. Okula başlayana kadar bu alışveriş ve para işi anne-baba aracılığıyla halledilir ama alınan harçlıkla birlikte paranın önemi çocuk için daha da artar. Bu dönemde asıl önemli olan ise ailenin çocuğuna ne zaman ne kadar harçlık vereceğini iyi ayarlayabilmesidir.

Aileler çocuklarına harçlık verirken belirledikleri bir disiplin içinde hareket etmeli ve tutarlı olmalıdırlar. Harçlık olumlu davranışa bir ödül veya sorumluluklarını yerine getirmesi için bir ödeme değildir. Harçlığı çocuğa yaptırmak istediğimiz davranışı yapması için bir rüşvet olarak kullanmamak gerekir.

Çocuğa harçlık vermenin bir amacı vardır; harçlık verme ve verilen parayı iyi kullanabilmesinin sağlanması eğitimin bir parçasıdır. Çocuğa, seçimler yaparak ve sorumlulukları göz önünde bulundurarak para kullanımı konusunda deneyim kazandırmayı amaçlar.

Harçlık vermeden önce

İlkokula yeni başlayan bir çocuk paranın hesabını yapamaz. Parayı iyi tanıyamadığı için bir şey aldığında üstünü istemeyi beceremez, parasını bozduramaz. Harçlığını rastgele şeylere, abur cubur yiyeceklere yatırır. Bu yüzden onlara harçlık verilirken, parasını ne için kullanacağı, almayı düşündüğü şeylerin fiyatı ve hepsinin bir aradaki tutarı anlatılmalı, her gün ne kadar harcarsa haftada ne kadara ihtiyacı olduğu konusundaki hesaplar bir yetişkinle beraber yapılmalıdır. Başlangıçta yine beraberce parasını kullanacağı ihtiyaçların listesi yapılmalı, her gün sadece ihtiyacı olacak kadar para harçlık olarak verilmeli ve parasını nasıl harcadığının takibi yapılmalıdır. Kendi başına para harcamadan önce yetişkinin yanında alışveriş yapması sağlanmalı, verilen para karşısında ne alacağı, paranın üzerinin ne kadar olacağı beraber hesaplanmalı ve böyle denemelerin niceliği arttırılmalıdır.

8 yaşındaki çocuk, parasını kendi kendine daha başarıyla kullanmaya başlar. 10 yaşında ise artık kendisine yararlı ve kullanışlı şeyler satın alır. Ayrıca, 10 yaş çocuğu alışveriş yaparken seçmesini bilir. Para ve diğer bazı eşyaları güvenle koruyabilir ve paranın üstünü tam olarak getirmek sorumluluğunu da taşır. Bütün bunları kendi kendine yapabildiği gibi, söylenenleri yapmaya ve ona göre hareket etmeye de hazırdır. Bu yaşlar, artık düzenli harçlık verilmeye başlanması için uygun yaşlardır. Ülkemizde, ilkokula başlama yaşıyla birlikte çoğunlukla ailelerce düzenli harçlık verilmektedir.

Harçlığın Çocuğa Verilmesi

Harçlığın belli bir düzen içinde çocuğa verilmesi en uygun ve tutarlı yoldur. Çocuk, harçlığını biriktirerek bir eksiğini karşılamaya veya çok istediği bir malzeme ya da oyuncağı almaya teşvik edilmelidir. İlgi ve merakı doğrultusunda doğru ve yararlı şeylere para harcaması, ihtiyacı doğrultusunda alışveriş yapması için rehberlik edilmelidir. Harçlık, günlük veya haftalık verilebilir. Çocuğun yaşı büyüdükçe parayı kontrol etme, hesabını iyi yapma ve bütçesine göre harcama planını yapma konusundaki becerileri gelişecektir. Bu durum dikkate alınarak, lise öğrencisine aylık harçlık verilerek para kullanma becerisinin daha da gelişmesi sağlanabilir. Ancak parasını harcadığı yerler yine iyi izlenmeli ve çok hissettirmeden denetimi yapılmalıdır. Verilecek Harçlığın Miktarı

Bu harçlık, sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerde çocuğun karnını doyurmak amacıyla verilirken, ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerde, çeşitli ilgilerine cevap verecek harcama yapması için verilir. Çocuğa ihtiyacı olandan çok harçlık vermek doğru değildir. Çocuk sahip olduğu bu fazla parayı başarılı bir şekilde kullanamaz. Sahip olduğu ve aslında ihtiyacını karşılayan defter ve silgilerine ek olarak yeni defter ve silgiler alır, arkadaşından özendiği bir kırtasiye malzemesine ya da oyuncağa para harcar. İsraf ve doyumsuzluk böyle başlar. Çocuğa ihtiyacından fazla para vermek sanıldığı gibi ona mutluluk değil, mutsuzluk ve doyumsuzluk getirecek, parayı harcamasının kontrolünü güçleştirecektir.

Çocuğa fazla harçlık vermenin sadece ona değil, onun çevresindeki yakın arkadaşlarına da zararı vardır. Özellikle değişik gelir gruplarından çocukların mevcut olduğu okullarda, harçlık verilmeyen veya yetersiz harçlık alan çocuklar bazı arkadaşlarının çok para harcamasından etkilenir. Çocuğa yetersiz harçlık vermek de yanlıştır. Arkadaşlarıyla kendi aldığı harçlığı kıyaslayarak üzüntü duyar ve kendine güveni azalabilir, önce morali bozulur sonra aynı harcamaları yapamadığı için dışlanabilir veya onlarla beraber olmamayı kendisi tercih edebilir ve arkadaşlık ilişkileri olumsuz etkilenebilir. Bazı durumlarda bunların hiçbiri olmaz; yetersiz harçlık alan bu çocuklar, fazla para harcayan çocukları kendilerine borç para vermeye veya paralarının bir kısmını onların ihtiyaçlarını almak için kullanmaya zorlayabilirler.

En doğru olanı, çocuğun yaşına ve sınıfına uygun olarak, sınıfındaki diğer çocukların çoğunlukla aldıkları harçlık miktarı ve çocuğun gündelik zaruri harcamaları göz önünde bulundurularak, en azından ihtiyaçlarını karşılamak üzere yeterli ve düzenli periyodlarda bir harçlık vermektir. Çocuğun aldığı harçlık zaruri harcamalarının biraz üzerinde olabildiğinde, parasının bir kısmını harcamayıp biriktirebilmesine imkan sağlanacaktır. Biriktirmesinin önemi ve ona sağlayacakları konusunda aydınlatıcı sohbet edilmelidir. Çocukların her zaman anne baba desteğine ve rehberliğine ihtiyaçları olduğu ve isabetli kararlar veremeyebilecekleri dikkate alınarak, biriktirdiği parayı toplu olarak harcayacağı, maddi değeri yüksek olan alışverişlerinden sadece kendi parasını da kullansa ebeveynini haberdar etmesi ve onların onayını alması gerekliliği vurgulanmalıdır.

Harçlığın ne kadar olacağına çocuk ve ebeveyn beraber karar vermeli, belli zaman aralıklarıyla miktarı gözden geçirilmelidir. Çocuk harçlığı az bulursa ona, uygun ve sakin bir dille bu miktarın neye göre belirlendiği açıklanmalı ve bir süre takibi yapılarak gerçekten az olup olmadığına bakılmalıdır.

Harçlık Almanın Çocuğa Kazandıracağı Değerler

Özenli ve düzenli verilen harçlık çocukta sorumluluk ve sahiplenme duygusunu geliştirir. Anlık ve geçici isteklerini erteleyebilme ve ihtiyaçlarını öncelik sırasına koyma becerisini kazandırır. Ayrıca tasarruflu olmayı, elde ettiklerinin değerini bilmeyi öğretir. Zamanla harcamalarını kontrol etmeyi bilir. Bir de ailesinin kendisine değer verdiğini, ayrı bir fert olarak kabul edildiğini fark eder.

Sonuç olarak, çocuğun yaşına ve sınıfına uygun olarak, ihtiyaçlarını karşılamak ve bir kısmını da biriktirebilmesini sağlamak üzere yeterli miktarda ve düzenli bir harçlık vermek (gündelik ya da haftalık şeklinde) en sağlıklı yoldur. Çocuğun talebine göre verilecek harçlık miktarında sık değişiklik yapmak uygun bir yaklaşım değildir. Çocuğun sahip olduğunun değerini bilmesi ve bütçesini ihtiyacına göre doğru planlamayı öğrenebilmesi için önemli bir neden olmadıkça verilecek miktar önceden belirlenen süre içerisinde sabit tutulmadır. Çocuk ne kadar süre içinde elinde ne kadar parası olacağını bilmeli ve harcamalarını buna göre planlamalı, aldığı harçlığı biriktirme ya da harcama kararını kendisi vermelidir. Bu onun yetişkin yaşlarda parasını iyi kullanması için bir deneyim ve hazırlık süreci olacaktır.


cocuklar-televizyon-izlemese-001-1200x800.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Sevgili velilerimiz hepinizin bildiği gibi günümüzde hemen tüm çocukların ve ailelerin zamanlarının önemli bir bölümü televizyon karşısında geçmektedir. Evlerde mutfak ta dahil olmak üzere her odada bir televizyon bulunmakta ve herkes başka bir odada istediği programı izlemektedir. Başka şeylerle meşgul olunsa dahi televizyon sürekli açık tutulmaktadır.

Kumandanın kimin elinde duracağı, seyredilecek programa kimin karar vereceği evlerde önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Siz anne babalarla konuştuğumuzda en fazla yakındığınız konulardan birinin de çocuklarınızın çok fazla televizyon izliyor olmalarıdır.

Özellikle masa başında oturup yapılan çalışmaya odaklanmakta, başladığı işi bitirip, zamanını verimli kullanmada ya da sofrada oturup yemek bitene kadar sandalyede kalmakta sıkıntı yaşayan hareketli ve dikkati kısa süreli olan çocukların çok uzun süre televizyon izleyebiliyor olmaları sizleri şaşırtmaktadır. En sık sorulan soru “Saatlerce kıpırdamadan televizyon izleyebiliyor, gerçekten hareketli ya da dikkati dağınık olmayabilir mi?” sorusudur. Bu sorunun yanıtı televizyonun kendine özgü yapısında yer almaktadır.

  • Televizyonda en monoton programlarda bile, bir görüntünün ekranda kalma süresi 3 saniyedir. Reklam, magazin ya da çocuk programlarında bu süre daha da kısadır. Bebeklerin televizyon karşısında özellikle reklamları durup dikkatle izlediklerini hepimiz gözlemlemişizdir.
  • Bu nedenle televizyon izlerken gereken dikkat süresi zaten en fazla 3 saniyedir. İzlenen şey her 3 saniyede bir değiştiği için televizyon izlemek uzun süre zihinsel çaba ve dikkat gerektiren bir etkinlik değildir. Oysa, okumak, çalışmak ve sınıfta ders dinlemek uzun süreli konsantrasyon gerektirir.

Uzun süre televizyon izlemenin zararları:

Dikkat problemleri okul çağındaki çocuklar arasında gittikçe daha yaygın olarak görülmektedir. Yapılan araştırmalarda fazla televizyon izlemenin çocukların dikkat sürelerini kısalttığı gösterilmiştir. Çocukların televizyon izleme süreleri sınırlandırıldığında dikkat sürelerinin arttığı bulunmuştur.

Televizyon başında geçirilen uzun süre; aile içi sosyal izolasyona, çocuğun anne babadan görmesi gereken ilgi ve sevginin azalmasına, anne baba ile ilişkilerin bozulmasına, sorumlulukların yerine getirilmesinde aksaklıklara, dikkat süresinde kısalmaya, dil gelişimi ve kullanımında sorunlara, düşünme becerisinde gerilemeye, şiddet eğilimine, korkuların artmasına, tüketimin körüklenmesine ve sosyalleşmenin engellenmesine bireyselliğin pekişmesine neden olmaktadır.

Her 3-5 saniyede bir değişen, sürekli hareket ve canlılık içeren televizyon programlarını çok fazla izleyen çocuklar gerçek dünyalarının da aynı şekilde olmasını beklemektedirler. Zamanlarının çoğunu televizyon başında geçiren çocuklar için, ev ve sınıf ortamı fazla durağan ve sıkıcı gelmeye başlamaktadır. Televizyon dışında kendi kendini oyalamakta, oyun kurup oynamakta ya da kaliteli ve keyifli zaman geçirmekte zorlanan çocukların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Çocuklarımızın televizyonda seyrettikleri bir dizinin tekrarını yeniden izledikleri, aynı çizgi film cdlerini defalarca seyrettikleri bilinmektedir. Seyredilen bir programın belgeseller gibi öğretici bir niteliği olmadığı sürece tekrar tekrar seyredilmesinin çocuğa kazandıracağı hiçbir şey yoktur.

Anne baba olarak bu konuda yapabileceklerimiz:

  • Çocuklarımızın televizyonda seyrettiklerinden haberdar olmamız, zaman zaman onlarla birlikte oturup aynı programları seyretmemiz ve izledikleri üzerine konuşmamız,
  • Seyredecekleri konusunda seçici olmalarını sağlamamız, ardarda devam eden çizgi filmlerin hepsini seyretmek yerine gerçekten sevdiklerini, ilgi duyduklarını belirmesi için yönlendirmemiz,
  • Seyretmek istediği program bittiğinde televizyonu kapatıp farklı bir faaliyete ondan sonra başlamasını sağlamamız. Yemek yemek, oyun oynamak, masa başında çalışmak gibi bir etkinlik yaparken televizyonu kapalı tutmamız,

Böylece yaptığında alınacak verim artacaktır. Ayrıca hep vurgulandığı gibi, günümüz şartlarında tüm ailenin bir araya gelebildiği ender zamanlardan biri olan yemek sofrası aile fertlerinin neşe içinde sohbet edecekleri, iletişim kuracakları mekanlar olmalıdır, Televizyon karşısında yenen yemek bunu engellemektedir.

  • Televizyon seyredilecek süreyi kısıtlı tutmamız, televizyona alternatif yapabileceği keyifli faaliyetlerin listesini beraber hazırlamamız, onunla hoşlanacağı etkinliklerde birlikte kaliteli zaman geçirmemiz,

Oyun oynamak aile içi ilişkilerin niteliği açısından da yararlı olacak, ilişkileri, karşılıklı duygu ve düşünce paylaşımlarını zenginleştirip, geliştirecektir. Günümüzde televizyonda seyredeceklerini kaçırmamak için ev dışı yapılan programlara katılmak istemeyen veya programını dizi saatlerine göre yapan, arkadaşları ile buluşmayı reddeden, gezmeye götürülmeye tepki veren, erken yatmaya direnç gösteren, sabah okula giderken hazırlanmakta zorlanan çocuk sayısı az değildir.

  • Televizyonu odanın en çekici yerine koymamamız,
  • Televizyonu kafamızı dinleyeceğimiz bir fırsat olarak görüp, çocuk bakıcısı ve susturucusu olarak kullanmamamız gerekmektedir.

ocuklar-Televizyonu-Çok-Seviyor-Ama..-1200x673.jpg


Yemek-Sorunları.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Eğer sizin çocuğunuzda makarna, pilav ve köfteden başka bir şey yemek istemiyorsa, elinizde tabakla onun peşinde koşturmaktan yorulduysanız ve onu defalarca sofraya çağırmaktan bıktıysanız, yukarıda sıralanan ya da benzer nedenlerle evinizde neredeyse bir kabus haline gelen yemek saatlerini günün en güzel zamanı haline getirmek elinizde.

Beslenme, canlının gelişimi için gerekli olan doğal bir ihtiyaçtır. Ancak, beslenme ortamı sağlıksız olduğunda, çocuk ve aile olumsuz bir şekilde koşullanacağından, bu doğal ihtiyaç çekilmez bir azap haline dönüşebilir.

Bazı annelerin çocuğun kilosu ve yeterli beslenememesi ile ilgili endişeleri, yemek satini anne ve çocuk için kabusa dönüştürebilir. Saplantıya dönüşen bu endişe ile bazı anneler, çocuğun geri çıkardığı meyva suyu miktarı kadar meyva suyunu ona tekrar içirmeye çalışırlar veya çocuk okul çağına gelinceye kadar onu ezilmiş gıda ile beslemeyi sürdürebilirler.

Çocuğun az da olsa kilo kaybetmesi ve çeşitli gıdalardan belli ölçülerde almaması yine bazı annelerin kendi annelik becerilerini sorgulamalarına yol açabilir. Yemek sırasındaki nazlanmalardan yorgun düşen anneler giderek kendilerini beceriksiz, yetersiz anne olarak görerek, istemeden de olsa dizginleri çocuklarına teslim ederler. Artık hedef “yeter ki yesin”dir. Çocuğu televizyon seyrederken, resim yaparken, oyun oynarken ya da yerde yememek için tepinirken zorla yediren, elinde tabak veya çatalla çocuğunun peşinden koşturan, yediği taktirde oyuncak alan, yalvaran, yemediğinde çok üzüldüğünü söyleyen, tehdit eden, her türlü kaprise boyun eğen anne sayısı az değildir.

Annenin yemek konusundaki aşırı duyarlılığı, bir yandan yemek yemeyi sorun haline getirir, öte yandan da anne-çocuk, anne-baba hatta aile-çocuk iletişimini zedeler. Sevmediği yemeği yemesi için ya da yeterli derecede yediği halde, tabağını sıyırması için zorlanan çocukta yemeğe karşı olumsuz bir tutum meydana gelir. Bu olumsuzluğun temelinde istenmeyen bir şeyin zorla yaptırılması yatar. Çocuğu yemek yemesi için zorlamak, onda tam tersi bir tepkiye yol açar. Zorlama ne kadar sık tekrarlanırsa, çocuk annenin bu konudaki duyarlılığını ne kadar çabuk fark ederse yemek yemeği o kadar şiddetle reddeder. Aynı çocuk okulda ya da yemeğe karşı aşırı duyarlılığı olmayan bir başka yetişkinin yanında kendi kendine hiç sorun çıkarmadan yemek yiyebilir. Bu durum yemek yedirmekte zorlanan anneleri şaşırtır, hatta kızdırır. Yemek konusunu sürekli gündemde tutan, başkalarıyla da bu konuyu çocuğun önünde tartışan anneler, çocuğun yemek konusundaki zıtlaşmasını daha da arttırırlar. Çocuklarla asla inatlaşmamak gerekir. Onlar anne babaları kadar yorgun ve sinirli olmadıklarından ve sadece o konuya odaklanabildiklerinden hep kazanırlar. Ancak tutarlı davranmayı beceren anne-babalar istediklerini yaptırmayı başarırlar.

Durumu dramatikleştirmeyin, kendinizi suçlamayın, kendinizi bir önceki kuşağın baskılarından koruyun, kendi çocuğunun her şeyi yediğini iddia eden arkadaşlarınızı dinlemeyin, umudunuzu kaybetmeyin. Çocuk eğitiminde kalıplardan kaçının, birkaç öğün az yemekle, bir tek o gün sebze yememekle, bir gün et yememekle ya da süt içmemekle çocuğun kilo kaybedebileceği ya da sağlıksız büyüyebileceği gibi yanlış bir saplantıdan kurtulun. Zorla yemek yedirme sonucu oluşacak kısır döngü içinde, çocukla aile arasında iletişimin bozulabileceğini ve sağlıksız beslenme ortamının çocukta öfke nöbetlerine sebep olabileceğini unutmayın. Yemek saatine yakın, benzer krizler yaşanacak stresiyle evde gergin bir hava eseceğini unutmayın, yemek saatlerini günün kabusu haline getirmeyin. Baskıyla, rüşvet ya da tehditle yemek yedirmek ne beden sağlığına, ne de ruh sağlığına yarar sağlayacaktır; tersine zararlı olacaktır.

Bütün gün yemek yemeyen çocuğunun en azından sütünü içiyor olması bazı anneler için en büyük teselli kaynağıdır. Ancak çocuk için en yararlı besinlerden biri olan süt, günde yarım litreden fazla içildiğinde, çocuğun diğer yiyeceklere karşı iştahını yok edecektir. Yemek yemese de, istediği kadar süt içebileceğini bilen çocuk, istemediklerini yememekte direnmeye devam edecektir.

ÇATIŞMALARI ENGELLEMENİN YOLLARI

  • Çocuk kaşığı tutup ağzına götürmeyi başardığı andan itibaren (yaklaşık 1 ;5 yaş) yiyebilir kendi kendine yemesi için teşvik edin. 2-2.5 yaşından başlayarak kendi sandalyesinde, kendi derin tabağında, döke saça da olsa bütün yemeğini kendi kendine yemesine fırsat verin. Bunun için gerekli olan sabrı gösterin.
  • Yemek ortamının sakin, keyifli, stressiz olmasına özen gösterin. Aile üyelerinin aynı sofrayı paylaşmasını sağlayın; yemek saatinde olmuyorsa en azından meyve saatinde beraber olmaya özen gösterin. Televizyonun kapalı olmasına ve tüm ailenin bir arada olabildiği bu zamanın günlük olayların paylaşıldığı, duygu ve düşüncelerin aktarıldığı bir sohbet havasında geçmesine özen gösterin.
  • Kendi kendine yemek alışkanlığını oturtmak için, büyük bir tabağa çok az miktarda yemek koyun; hem tabağındaki yemek miktarı çocuğun gözünü korkutmamış olacak, hem de çocuk tabağındakini yiyip bitirmiş olmanın keyfini yaşayacaktır. Sofrada sevdiği türden yemeğin bulunmasına dikkat edin. Çocuğa bu alışkanlığı kazandırdıktan sonra, sevdiği yiyeceklerle beraber yemesi gereken diğer yiyeceklerden de tabağına koyun ve bunları yemediği takdirde sevdiği yiyeceklerden kesinlikle daha fazla vermeyin. Bir süre sonra karnını doyurması için diğer yiyeceklerden de denemesi gerektiğini öğrenecektir. Tüm bunları yaparken oldukça sakin bir ses tonuyla yumuşak bir yaklaşım sergileyin. Çocuğunuzun kendi tabağına istediği kadar yiyeceğini koymasına izin verin.
  • Sofraya gelmek istemeyen çocukla güç mücadelesine girmekten kaçının, televizyondaki program bitince ya da saat çalınca sofraya oturulacağını ona anlatın. O sofraya gelse de gelmese de siz yemeğinize devam edin. Bitirdikten sonra ya da saptadığınız bir süreden sonra sofrayı kaldırın. Zamanında gelemiyorsa bir sonraki sefer için yüreklendirin ve bir sonraki öğüne kadar farklı bir yiyecek vermeyin.
  • Yemek yerken onun tabağıyla ilgilenmemeye hatta ona bakmamaya özen gösterin. Yediğinde yemediğinden daha çok ilgi göreceğini öğretmek için daha önce yemediği herhangi bir şeyi yediğinde ya da tabağındakini bitirdiğinde onu yüreklendirin, yemediğinde veya az yediğinde onunla ilgilenmeyin.
  • Okul öncesi çocukların zevklerinin bir gecede değişebileceğini, çocuğun bir gün favorisi olan bir yiyeceği ertesi gün geri çevirebileceği gerçeğini doğal karşılayın. Yiyecekleri zaman zaman seçmesine izin verin. Yeni besini çocuk açken ve az miktarda verin. Çocukta herhangi bir olumsuz tepki görülmezse miktarı arttırın. Yeni bir besine alıştıktan birkaç gün sonra yeni bir besin deneyin. Daha az sevdiği yiyecekleri farklı şekillerde hazırlayın. Her yeni yemekten mutlaka bir kaşık tatmasına çaba gösterin ancak tattıktan sonra hiç hoşlanmadığı bir yiyecekte ısrarlı davranmayın. Gerçekten sevmediği bu yemekler sunulduğunda kibarca reddetmesini öğretin. Ayrıca alerjisi olduğu yemekleri kararlılıkla reddetmesi gerektiğini de öğretin.
  • Belli bir gün yemek listesini onun hazırlamasına izin verin. Belki de sizin hazırladığınız birkaç seçenekli bir listeden o karar verebilir.
  • Çocuğunuzu öğünlerde yemek yemeye alıştırın, yemek saati kavramını yerleştirin. Böylece vücudu ona yemek yeme zamanının geldiğini söyleyecektir. Öğün aralarında verilen abur cuburu kısıtlayın, her an ağzına bir şey tıkıştırmaktan vazgeçin, sevdiği çikolatayı öğün sonralarına saklayın.
  • Siz de öğün atlamadan, masa başında ve sağlıklı yiyecekler yiyerek ona örnek olun.
  • Çocuğunuzu alışverişe, planlamaya, sofra hazırlamaya ve servise yardıma teşvik edin. Çocuk hazır olur olmaz onu bekletmeden hemen yemek koymaya özen gösterin.
  • Damak zevkinin zamanla değiştiğini unutmayın. Çocukların çoğu büyüdükçe yeni lezzetler denemeye ve eskiden reddettiklerini tatmaya başlarlar. Sabırlı olun.

Bu önerileri uygulamaya karar verdiğinizde her konuda olduğu gibi burada da kararlı davranmak yani geri adım atmamak çok önemlidir. Bir süre kararlı davrandıktan sonra pes edip çocuğun kaprisine boyun eğmek işinizi zorlaştıracak, yemek alışkanlığının yerleşmesini geciktirecektir. Kararlı davranmak, sakin olmak ve çocuğun yemek sorununu umursamıyor görünmek ise yemek saatlerini kabus olmaktan kurtaracaktır.

Okul öncesi dönemde sorun olarak ortaya çıkan beslenme problemleri, ileriki yıllarda daha ciddi sorunlara dönüşebilir. Anne ya da babasıyla ilk çocukluk yıllarında yemekte güç mücadelesine girmiş olan bir çocuk, büyüdüğünde ya da ergenliğinde beslenme bozuklukları geliştirebilir.

Küçük yaşlarda yemek sorunu yaşamış veya yaşamamış olan ergeniniz uzun zamandır iştahsızsa, kilo kaybetmişse, kendisini banyoya kilitleyip kusuyorsa veya yememekten yorgun düşmüşse önce bir çocuk doktoruna; tıbbi açıdan bir problem yoksa bir psikoloğa başvurmayı ihmal etmeyin.


36-Eyvah-Çocuğum-Hırsız-Mı.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzm. Psikolojik Danışman

Çocuklar, yaşları ilerledikçe fiziksel olarak büyük bir hızla gelişirken ruhsal olarak da yaşlarına uygun olarak değişimler gösterirler. Mesela çocuğunuz 3-4 yaşında arkadaşlarının elinden oyuncaklarını alabilir; 6-12 yaşında bağımsızlık isteğiyle sizden uzaklaşabilir ya da 13 yaşına geldiğinde biraz macera yaşamak için kendisine ait olmayan bir eşyayı arkadaşının evinden ya da çantasından sormadan alabilir.

Birisi ona aksini söyleyene kadar dünyadaki her şey okul öncesi çocuğa ait olduğundan, bu çağdaki çocuğunuza sizin onayınız olmadan başkalarına ait şeyleri almamasını öğretmek için asla geç değildir. Kendilerininki gelişene kadar anne babaları onların vicdanıdır. Bu nedenle, sizin kanatlarınızın altında olmadığı zamanlar onun toplumca kabul edilen, onaylanan şekilde davranmasını sağlamak için, ne zaman başkalarına ait bir şeyi alırsa, bu eyleminin yanlışlığını ve sonuçlarını ona gösterin. Bu konuda temel bir kural şöyle olabilir; “Bir şeyi almadan önce bana sormalısın, eğer olur dersem, alabilirsin.”

Çocuklar altı yaşından önce neyin kendilerine ait olduğunun, neyin olmadığının bilincinde olmayabilirler. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar başkalarının oynadığı oyuncakları, kendileri oynamak istedikleri için onların ellerinden alabilirler.

Okul öncesi ve anaokulu yıllarında çocuklar, sosyal düzen hakkında bir şeyler öğrenmektedirler. Özellikle de aile içi ilişkiler, çocuklar tarafından dikkate alınmaktadır. Bu dönem çocuğun aile ile içli dışlı olduğu bir dönemdir.

6-12 yaş; yaşasın bağımsızlık…

Çocuklar altı yaşından 12 yaşına kadar, giderek artan bir şekilde psikolojik ve fiziksel olarak anne-babalarından bağımsızlaşmayı sürdürürler ve kendi kendilerini yönetmek isterler. Bu yaşlarda okulla ve akranlarıyla meşguldürler ve kendilerine anne babalarının izleyen, sakınan bakışlarından, koruyuculuklarından uzakta bir yön çizmektedirler. Onlar, bu yaşlarda yeni arkadaşlıklar kurmak, akranlarıyla rekabet etmek, öğretmenlerinin isteklerini yerine getirmek gibi yeni zorlukları göğüslemektedirler. Böylelikle baskıların arttığı ve sosyal yaşantının kurallarına tam anlamıyla adapte olamadıkları bir aşamada diğerleriyle rekabet etme ve kendilerini gösterme istekleri de artar; dürüst davranmamayı, durumu kurtarmak açısından, uygun bir yol olarak görebilirler.

Oysa, okula başlayan çocukların sahiplenme duyguları da gelişir ve kendilerine ait olan eşyalara, odalarına ve evdeki etkinliklere dair ilgileri artar. Tüm bu ihtiyaçlar yedi yaş civarındaki çocuklarda daha da yoğunlaşır.

Bu yaştaki çocuklar kendilerini istedikleri bir şeyden mahrum hissettikleri için öğretmenlerinden, arkadaşlarının evinden veya arkadaşın kendisinden bir eşya alabildikleri gibi kendilerine ve arkadaşlarına çikolata almak için evden para da alabilirler.

Başkalarına ait olan şeyi izinsiz alan yedi yaşındaki çocuk, genellikle yaşıtlarından daha az popüler olan çocuktur. Bu alma eylemi duygusal bir boşluğu doldurmak veya yoksunluk duygusunun yansıtılması için bir yol olabilir. Bazen de çocuk sahip olmadığı takdirde kabul görmediğinden, eksikliğini hissettiği bir şeyi almış olabilir. Bazen bu eylem, bir kızgınlık veya düşmanlık gösterisidir. Bazı kuramcılara göre; izinsiz başkasının eşyasını alan çocuklar, yoksunluk, kıskançlık, kızgınlık ve kırgınlık duygularıyla doludur.

İlkokul çağındaki çocuklar başkalarına ait eşyaları izinsiz aldıklarında bu davranışın uygun olmayan davranış kategorisine girdiğinin farkındadırlar. Özellikle mülkiyet duygusunun belirdiği 8 yaşından itibaren, mülkiyet konusundaki düşüncelerinde herhangi bir belirsizlik yoktur. Bu yaş grubundaki çocuklar birkaç nedenden dolayı başkalarının eşyalarını alabilirler:

  • Alma isteği dayanılmaz yoğunluktadır.
  • Anne babaları bu eşyayı onlara satın almayı kabul etmemiştir.
  • Parasal açıdan karşılayamayacakları bir şeyi isterler.
  • Akranlarının baskısı (popüler olmak ya da ilgi çekmek için) vardır.
  • Üzgündürler ve daha fazla maddi kaynak edinmenin iyi geleceğini düşünmektedirler.
  • Başka bir konuya öfkelenmişlerdir ve almak, farkına varılan bir haksızlıkla ödeşme ya da otoriteye karşı tavır alma, onu bastırma biçimidir.
  • Anne babalarının dikkatini çekmek isterler,
  • Duygusal açıklarını gidermek, sevgi açıklarını kapatmak üzere izinsiz alırlar. Bunun anlamı şudur; sizin veremediğiniz sevgiyi ben kendi olanaklarımla aldım.

13 yaşa dikkat!

“Çocuk suçluluğu” açısından değerlendirildiğinde, 13 yaşın hırsızlık eyleminin göze battığı bir yaş olarak dikkati çektiği görülür. Tabii ki bu yaş, fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan hızlı bir değişimin yaşandığı bir evredir ve etkileme amacıyla hırsızlık yapılması olasıdır. Özellikle macerapestlik çocuğu çalmaya yönlendirebilir.

Çocuklar anne babaları ile gittikleri bir oyuncakçı veya şekerci dükkanında beğendikleri ancak aldıramadıkları bir oyuncağı ya da şekeri kimsenin görmediği bir sırada alma yoluna gidebilirler. Durum fark edildiğinde ebeveyn çocuğunu dükkana geri götürmeli ve dükkan sahibinden özür diletmelidir.

Ebeveyn, çocuğunun başkasına ait herhangi bir şeyi aldığını öğrendiğinde, doğal olarak üzülür. Böyle bir durumda anne babalar çoğunlukla kendilerini küçük düşürülmüş hissederler ve çocuklarının iyi ahlaklı olması konusunda kaygılanırlar.

Başlangıçta çocukla sakin bir şekilde konuşmak güç olabilir. Ancak anne babalar örneğin; “hırsız” gibi damgalayıcı ifadeler kullanmak ya da “gözlerden uzak olduğunda artık sana hiç güvenemem” veya “sonunda tutuklanıp yaşamının geri kalanını cezaevinde geçireceksin” gibi aşırı uç genellemeler yapmaktan ve sert azarlamalardan kaçınırsa, çocuklarına daha çok yardımcı olacaklardır.

Çocuğunuzun başkasına ait bir şeyi izinsiz aldığını öğrendiğinizde, onun bu davranışının yanlış bir şey olduğunu anlamasını sağlamanız çok önemlidir. Onu utandırmak veya alay etmek yerine, basit açıklamalarda bulunmak en sağlıklı yaklaşımdır. Ona “sana ait olmayan şeyleri alman hiç uygun bir davranış değil. Birinin oyuncaklarını veya giysilerini alması senin de hoşuna gitmezdi. Başkalarının eşyalarını alırsan insanlar sana güvenmez, eşyalarını seninle paylaşmaktan kaçınırlar. Onlara haksızlık etmiş olursun. Bu eşyayı edinebilmek için ya çok çalışmışlardır ya da onlara birisi tarafından hediye edilmiştir. Aldığın bu eşyayı sahibine geri vermelisin ve ondan özür dilemelisin ” gibi sözler söylemek uygun olur.

Başkalarına ait bir eşyayı aldıkları anlaşıldığında, topluluk içinde bunu itiraf etmek zorunda bırakıldıklarında ya da aldıkları eşyayı geri vermeleri gerektiği zaman, çocuklar genellikle utanç duyarlar. Ebeveynin bunun üstüne daha fazla utanç yaşatmaması gerekir. Çocuklar duydukları utançtan dolayı çok acı çektiklerinde, deneyimlerinden ders almayabilirler. Başkasının eşyasını almanın nedenine ve davranışlarını nasıl değiştireceklerine ilgisiz kalıp kaygılanmıyormuş gibi davranabilir, hatta bu konuda hiç düşünmeyebilirler.

Suçlamak yerine…

Anne babaların öncelikle başkasına ait olan bir nesneyi almaya yol açan güdülenimi anlamaları gerekir. Anne babalar çocuklarının duygularını ve duruma bakış açılarını anlamaya zaman ayırmalı ve sonra da sorunun kökenine inmeye çalışmalıdırlar. Bu amaçla izlenmesi gereken yol; bu davranışa neden olan etkenleri belirlemek, tekrarı halinde uzman bir pedagog danışmanlığında çözüm aramak olmalıdır. Ancak hareket noktası suçlamak yerine nedenleri araştırmak, cezalandırmak yerine destekleyici bir yaklaşımla iyileştirmeye çalışmaktır. Sorunun kökenindeki nedenler ele alındığı takdirde; davranışının sonucunda birtakım olumsuzluklarla karşılaşan çocuk, başkasına ait bir şey almanın gerçekte her iki tarafa da ne kadar zarar verdiğinin farkına varacak ve bu davranış artık son bulacaktır.

  • Çocuklar aile bireylerinden veya arkadaşlarından izinsiz eşya aldıkları durumlarda özür dilemeli, aldıkları eşyayı geri vermeli ya da eşyanın bedelini karşılamalıdır.
  • Geçmişte yapılan hatalarını yüzüne vurmayın. Çocuğunuza geçmişteki bir çalma olayını hatırlatmayın. Geçmişi tazelemek, ona doğruyu değil, neyin yanlış olduğunu yeniden öğretecektir.
  • Onu damgalamayın. Çocuğunuza hırsız gibi damgalar vurmayın çünkü buna göre davranmaya başlayacaktır.
  • Ona izinsiz alıp almadığını sormayın. Böyle bir soru sormak yalnızca yalana teşvik eder. Cezalandırılacağını bildiğinden, bundan kurtulmak için yalan söyleyecektir.
  • İzinsiz bir şey aldığından kuşkulanıyorsanız, üzerini aramaktan çekinmeyin, üzerini arayarak durumu kesinleştirin. Eğer bir şey bulursanız “üzgünüm sana ait olmayan bir şeyi almışsın” diyerek gerekeni yapın.

Başkalarına ait eşyaları alma eylemindeki hareket noktası; suçlamak yerine nedenleri araştırmak, cezalandırmak yerine, destekleyici bir yaklaşımla iyileştirmeye çalışmak olmalıdır.


Başkasına-Ait-Bir-Şeyi-Almak.jpg

Yazar : İvet KOHEN, Uzman Psikolojik Danışman

Birisi ona aksini söyleyene kadar dünyadaki her şey okul öncesi çocuğa ait olduğundan, sizin onayınız olmadan başkalarına ait şeyleri almamasını öğretmek için asla geç değildir. Kendilerininki gelişene kadar anne babaları onların vicdanıdır.

Bu nedenle, sizin kanatlarınızın altında olmadığı zamanlar onun toplumca kabul edilen, onaylanan şekilde davranmasını sağlamak için, ne zaman başkalarına ait bir şeyi alırsa, bu eyleminin yanlışlığını ve sonuçlarını ona gösterin. Bu konuda temel bir kural şöyle olabilir: “Bir şeyi almadan önce bana sormalısın, eğer olur dersem, alabilirsin.”

Çocuklar altı yaşından önce neyin kendilerine ait olduğunun, neyin olmadığının bilincinde olmayabilirler. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar başkalarının oynadığı oyuncakları, kendileri oynamak istedikleri için onların ellerinden alabilirler.

Okulöncesi ve anaokulu yıllarında çocuklar, sosyal düzen hakkında bir şeyler öğrenmektedirler. Özellikle de aile içi ilişkiler, çocuklar tarafından dikkate alınmaktadır. Bu dönem çocuğun aile ile içli dışlı olduğu bir dönemdir.

Çocuklar altı yaşından on iki yaşına kadar, giderek artan bir şekilde psikolojik ve fiziksel olarak anne-babalarından bağımsızlaşmayı sürdürürler ve kendi kendilerini yönetmek isterler. Bu yaşlarda okulla ve akranlarıyla meşguldürler ve kendilerine anne babalarının izleyen, sakınan bakışlarından, koruyuculuklarından uzakta bir yön çizmektedirler. Onlar, bu yaşlarda yeni zorlukları göğüslemektedirler; yeni arkadaşlıklar kurmak, akranlarıyla rekabet etmek, öğretmenlerinin isteklerini yerine getirmek gibi. Böylelikle baskıların arttığı ve sosyal yaşantının kurallarına tam anlamıyla adapte olamadıkları bir aşamada diğerleriyle rekabet etme ve kendilerini gösterme istekleri de artar, dürüst davranmamayı, durumu kurtarmak açısından, uygun bir yol olarak görebilirler.

Oysa, okula başlayan çocukların sahiplenme duyguları da gelişir ve kendilerine ait olan eşyalara, odalarına ve evdeki etkinliklere dair ilgileri artar. Tüm bu ihtiyaçlar yedi yaş civarındaki çocuklarda daha da yoğunlaşır.

Bu yaştaki çocuklar öğretmenlerinden, bir arkadaşlarının evinden veya arkadaşın kendisinden bir eşya alabilirler. Belki kendilerini istedikleri bir şeyden mahrum hissettikleri için düşünmeden bu nesneyi alırlar ya da okuldaki arkadaşlarıyla paylaşmak için veya kendilerine ve arkadaşlarına çikolata almak için evden para alabilirler.

Başkalarına ait olan şeyi izinsiz alan yedi yaşındaki çocuk, genellikle yaşıtlarından daha az popüler olan çocuktur ve belki bu alma eylemi duygusal boşluğu doldurmak içindir ya da almak, yoksunluk duygusunun yansıtılması için bir yoldur. Bazen de çocuk sahip olmadığı takdirde kabul görmez, eksikliğini hissettiği bir şeyi almış olabilir. Bazen bu eylem, bir kızgınlık veya düşmanlık gösterisidir. Bazı kuramcılara göre; izinsiz başkasının eşyasını alan çocuklar, yoksunluk, kıskançlık, kızgınlık ve kırgınlık duygularıyla doludur.

İlkokul çağındaki çocuklar başkalarına ait eşyaları izinsiz aldıklarında bu davranışın uygun olmayan davranış kategorisine girdiğinin farkındadırlar. Özellikle mülkiyet duygusunun belirdiği 8 yaşından itibaren, mülkiyet konusundaki düşüncelerinde herhangi bir belirsizlik yoktur. Bu yaş grubundaki çocuklar birkaç nedenden dolayı başkalarının eşyalarını alabilirler:

  • Alma isteği dayanılmaz yoğunluktadır.
  • Anne babaları bu eşyayı onlara satın almayı kabul etmemiştir.
  • Parasal açıdan karşılayamayacakları bir şeyi isterler.
  • Akranlarının baskısı (popüler olmak ya da ilgi çekmek için) vardır.
  • Üzgündürler ve daha fazla maddi kaynak edinmenin iyi geleceğini düşünmektedirler.
  • Başka bir konuya öfkelenmişlerdir ve almak; farkına varılan bir haksızlıkla ödeşme ya da otoriteye karşı tavır alma, onu bastırma biçimidir.
  • Anne babalarının dikkatini çekmek isterler,
  • Duygusal açıklarını gidermek, sevgi açıklarını kapatmak üzere izinsiz alırlar. unun anlamı şudur: Sizin veremediğiniz sevgiyi ben kendi olanaklarımla aldım.

“Çocuk suçluluğu” açısından değerlendirildiğinde, on üç yaşın hırsızlık eyleminin göze battığı bir yaş olarak dikkati çektiği görülür. Tabii ki bu yaş, fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan hızlı bir değişimin yaşandığı bir evredir ve etkileme amacıyla hırsızlık yapılması olasıdır. Özellikle macerapestlik çocuğu çalmaya yönlendirebilir.

Çocuklar anne babaları ile gittikleri bir oyuncakçı veya şekerci dükkanında beğendikleri ancak aldıramadıkları bir oyuncağı ya da şekeri kimsenin görmediği bir sırada alma yoluna gidebilirler. Durum fark edildiğinde ebeveyn çocuğunu dükkana geri götürmeli ve dükkan sahibinden özür diletmelidir.

Ebeveyn, çocuğunun başkasına ait herhangi bir şeyi aldığını öğrendiğinde, doğal olarak üzülür. Böyle bir durumda anne babalar çoğunlukla kendilerini küçük düşürülmüş hissederler ve çocuklarının iyi ahlaklı olması konusunda kaygılanırlar. Başlangıçta çocukla sakin bir şekilde konuşmak güç olabilir. Ancak anne babalar; sert azarlamalardan – Örneğin; “hırsız” gibi damgalayıcı ifadeler kullanmak ya da “gözlerden uzak olduğunda artık sana hiç güvenemem” veya “sonunda tutuklanıp yaşamının geri kalanını cezaevinde geçireceksin” gibi aşırı uç genellemeler yapmak – kaçınırsa, çocuklarına daha çok yardımcı olacaklardır.

Çocuğunuzun başkasına ait bir şeyi izinsiz aldığını öğrendiğinizde, onun bu davranışının yanlış bir şey olduğunu anlamasını sağlamanız çok önemlidir. Onu utandırmak veya alay etmek yerine, basit açıklamalarda bulunmak en sağlıklı yaklaşımdır. Ona “sana ait olmayan şeyleri alman hiç uygun bir davranış değil. Birinin oyuncaklarını veya giysilerini alması senin de hoşuna gitmezdi. Başkalarının eşyalarını alırsan insanlar sana güvenmez, eşyalarını seninle paylaşmaktan kaçınırlar. Onlara haksızlık etmiş olursun. Bu eşyayı edinebilmek için ya çok çalışmışlardır ya da onlara birisi tarafından hediye edilmiştir. Aldığın bu eşyayı sahibine geri vermelisin ve ondan özür dilemelisin. ” gibi sözler söylemek uygun olur.

Başkalarına ait bir eşyayı aldıkları anlaşıldığında, topluluk içinde bunu itiraf etmek zorunda bırakıldıklarında ya da aldıkları eşyayı geri vermeleri gerektiği zaman, çocuklar genellikle utanç duyarlar. Ebeveynin bunun üstüne daha fazla utanç yaşatmaması gerekir. Çocuklar duydukları utançtan dolayı çok acı çektiklerinde, deneyimlerinden ders almayabilirler. Başkasının eşyasını almanın nedenine ve davranışlarını nasıl değiştireceklerine ilgisiz kalıp kaygılanmıyormuş gibi davranabilir, hatta bu konuda hiç düşünmeyebilirler.

Anne babaların öncelikle başkasına ait olan bir nesneyi almaya yol açan güdülenimi anlamaları gerekir. Anne babalar çocuklarının duygularını ve duruma bakış açılarını anlamaya zaman ayırmalı ve sonra da sorunun kökenine inmeye çalışmalıdırlar. Bu amaçla izlenmesi gereken yol; bu davranışa neden olan etkenleri belirlemek, tekrarı halinde uzman bir pedagog danışmanlığında çözüm aramak olmalıdır. Ancak hareket noktası suçlamak yerine nedenleri araştırmak, cezalandırmak yerine destekleyici bir yaklaşımla iyileştirmeye çalışmaktır. Sorunun kökenindeki nedenler ele alındığı takdirde; davranışının sonucunda birtakım olumsuzluklarla karşılaşan çocuk, başkasına ait bir şey almanın gerçekte her iki tarafa da ne kadar zarar verdiğinin farkına varacak ve bu davranış artık son bulacaktır.

Kısacası; başkalarına ait eşyaları alma eylemindeki hareket noktası; suçlamak yerine nedenleri araştırmak, cezalandırmak yerine, destekleyici bir yaklaşımla iyileştirmeye çalışmaktır.

Çocuklar aile bireylerinden veya arkadaşlarından izinsiz eşya aldıkları durumlarda özür dilemeli, aldıkları eşyayı geri vermeli ya da eşyanın bedelini karşılamalıdır. Geçmişte yapılan hatalarını yüzüne vurmayın. Çocuğunuza geçmişteki bir çalma olayını hatırlatmayın. Geçmişi tazelemek, ona doğruyu değil, neyin yanlış olduğunu yeniden öğretecektir.

Onu damgalamayın. Çocuğunuza hırsız gibi damgalar vurmayın çünkü buna göre davranmaya başlayacaktır.Ona izinsiz alıp almadığını sormayın. Böyle bir soru sormak yalnızca yalana teşvik eder. Cezalandırılacağını bildiğinden, bundan kurtulmak için yalan söyleyecektir. İzinsiz bir şey aldığından kuşkulanıyorsanız, üzerini aramaktan çekinmeyin, üzerini arayarak durumu kesinleştirin. Eğer bir şey bulursanız üzgünüm sana ait olmayan bir şeyi almışsın diyerek gerekeni yapın.


Simge Psikoloji Çocuk, Genç ve Aile Danışmanlık Merkezi, Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi’nin kardeş kuruluşudur. Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi YALNIZCA MESLEKTAŞ EĞİTİMİNE yönelik hizmet vermektedir.