Simge Psikoloji

MAKALELERİMİZ

Category filter:Allİvet KohenLayza OvadyaSelin KasutoSezen Gücükkılınç
No more posts
natçı-Çocuk-Ve-Baş-Etme-Yolları.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Çocuğunuz sözünüzü dinlemiyor, kendi bildiğini okuyor, kendi istediğini yapıyor, kendi yönetmek için elinden geleni yapıyor ve dediğim dedik davranıyor. Bu davranışlar size tanıdık mı geliyor? Kendinizi çaresiz mi hissettiriyor?

Çocukların bağımsız olduklarını fark etmeye başlamaları ve keşfetmeye olan merakları inatçılıklarını tetikler. Çocuğun gelişiminde, yürümeye başlamak, keşfetmeye, ellemeye donanımlı hale gelmek, sınırları aşabilmek bir dönüm noktasıdır. Devamlı hareket halinde olması ile birlikte, zorla ve açıklama yapılmadan konan yasaklara ya aşırı uyum sağlar (ki, baskıcı eğitim yöntemi onda ürkekliğin, pasifliğin ve özgüven eksikliğinin tohumlarının atılmasına sebep olabilir) ya da bağımsızlığının keyfini yaşamak için size direnebilir.

Çocuğun ayrı bir kişi olduğunu fark etmeden davrandığınızı unutabilirsiniz. Size zorla ve açıklama yapılmadan bir şeyler yaptırılmaya çalışılsa kendi tepkinizin ne olacağını hiç düşündünüz mü? Çocuğunuzla uyumlu bir ilişkiniz olabilmesi için onun gelişimine doğru destek vermelisiniz. Bunu yapabilmek için onun sizden farklı olduğunu, kendi düşünceleri, duyguları ve istekleri olduğunu unutmadan sınırlarınızı ve kurallarınızı koymayı unutmayın.

18. aydan itibaren, odak noktasının kendisi olduğunun farkındalığıyla, işler istediği gibi gelişmezse sinirlenir, başkalarının kendinden farklı istekleri de olabileceğini anlayamaz. Başka çocuklarla bir araya geldiğinde kızdığında itebilir veya ısırabilir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda hemen müdahale edip, durdurmalısınız. Sizi ya da başkasını ısırdığında veya vurduğunda, çok kısa bir açıklama yapıp onu olduğu ortamdan uzaklaştırın. Sakinleşene kadar onunla birlikte kalın, sizi yumuşatmak adına yapacağı komik davranışları hemen görüp yumuşayarak teslim olmayın (devamı gelecektir), kızgınlığınızı vücut dilinizle belirtin. Bu, davranışını durdurmak yerine, yaptığının doğru olduğunu düşündürtebilir. Çoğunlukla ısırma kısa bir dönem sürerken, vurma daha uzun süre devam edebilir. Kendini ifade etmeyi öğrendikçe, tavır konduğunu gördükçe bu davranış azalacaktır.

Çocuklarda 18-30 ay arası bir sürede gelişen inatlaşma, ilk 3 sene içindeki en zor, en heyecanlı ve belki de tarzınızı sınama açısından en ilginç dönem olarak görülebilir. Her dediğinize hayır diyerek, kendi bağımsızlıklarını ve güçlerini sınamak ve size ne kadar önemli olduklarını göstermek için sınırlarınızı zorlarlar. Bilinçli ve farkındalığı yüksek anne-baba olmanın keyfini çıkarıp, çocuğunuzun bağımsızlığı için hem cesaretlendirilmeye hem de disipline ve yönlendirilmeye ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Sınırlar ve kurallar net olarak belirlendiğinde, her zaman tutarlı ve kararlı olarak uygulandığında, çocuklar o kurallarla yaşamayı öğrenirler. Özellikle bu dönemde, her konuda inatlaşmadan, az fakat geri dönüş yapmayacağınız kurallar koymanızda fayda var. Örneğin çocuğunuz, o gün için eşofman giymek üzere ısrar ediyorsa (ya baştan inatlaşmadan izin verin ya da ‘hayır’ dediyseniz sonuna kadar kararlı kalın) taviz verebilirsiniz fakat araba koltuğunda kemerinin bağlanmaması için hırçınlık yapıp inatlaştığında, sakinliğinizi koruyarak eve geri dönüp kuralınızı hatırlatarak bu şekilde çıkılamayacağını gösterebilirsiniz. İstediği bir şeyi yapmadınız diye çocuk sizi daha az sevmez. Kıyamama duygusuyla yaklaştığınız sürece ona yarardan çok zararınız dokunacağını unutmayın.

Çocuğunuzun inatlaşması ve huysuzluğuyla başa çıkmanın sihirli bir formülü yoktur, fakat duyarlı ve tedbirli yaklaşımla bu dönemi daha az sıkıntılı atlatabilmeniz için bazı önerilerde bulunulabilir:

  • Kararlı olduğunuzu hissettirin, dengeli davranın, özellikle anne ve baba olarak paralel yaklaştığınızı gösterin.
  • Körükleyecek davranışları önceden sezmeye ve önlem almaya çalışın.
  • İnatlaşarak huysuzluk yaptığında ilgi göstermeyin, sakinleştiğinde ilgi gösterin.
  • “Hayır” kelimesini kullanmamaya çalışarak, beklentinizi anlatın (“hayır, çiçekleri kopartma” yerine “çiçekleri koruyacağını biliyorum, aferin” gibi).
  • Kendini sözel olarak ifade etmesi için destekleyin, siz de model olun. Amacınızın kimin güçlü kimin güçsüz olduğunu kanıtlamak olmadığını hissettirin.
  • Kalabalık bir yerde tutturma, inat ve huysuzluk olduğunda, herkesin size baktığını düşünerek geri adım atmayın, olduğunuz ortamdan uzaklaşın (“sakinleşene kadar arabada bekleyeceğiz” gibi).
  • Dikkatini başka bir noktaya çekmeye çalışın. Bu durum pazarlık yapmak olarak anlaşılmamalı.
  • Kendi yapmak istediği işlerde destekleyin (giyinmek, yemek…)
  • Aynı takımda olduğunuzu hissettirin, rakip değil.

Kuralların sürekliliğini sağlayamadığınızı düşünüyorsanız, kuralları koyarken kendinizi suçlu hissederek geri adım attığınızın farkındaysanız, eşinizle tutarsız ve farklı yaklaşımları benimsediyseniz, öfke krizleri kendine zarar verecek duruma geldiyse, ebeveynlik felsefenizi yeniden gözden geçirerek, bir uzmandan yardım almakta fayda olacaktır.

Çocukların gelişiminde çok doğal olan inatlaşmanın, anne-baba olarak çocuğunuzla aranızda bir iletişimsizliğin başlangıcı olmasına izin vermeyin.


1-3-Yaş-Gruplarında-Isırma-Davranışı.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Genelde, ısırma diş çıkardıkları dönemden aşağı yukarı 3 yaşına kadar devam eden geçici bir alışkanlıktır. Bir yaşın altındayken, konuşma da olmadığından, ona göre ısırma, bir yerde  oyun şeklidir. Bu yaş döneminde keşif amaçlı, her şeyi ağzına da götürdüğü gözlemlenir.

Isırma davranışının başlangıç noktasını, yaramazlık olarak düşünmemek gerekir, beceri eksikliğinden kaynaklanır. Çünkü kendini nasıl ifade edeceğini henüz bilmiyordur. Yine de bu masum ısırmaları kabul etmek mi gerekir? Hayır. Isırma ihtiyacını farklı objelerle karşılayabilirsiniz fakat sizi veya bakıcıyı veya arkadaşını, ısırmaya başlamasının alışkanlık olmasını engellemek için onu durdurmak gerekir. İster o anda ilgiyi göstermeyin, ister kızdım deyin ama başlangıç noktasında yumuşak kararlılıkla tavrınızı koymanızda fayda vardır.

Isırma özellikle 18-24 aylar arasında daha yoğun ve problem olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu aylarda “hayır” dönemine giriyor. Yani herkese karşı çıkarak kendini göstermeye, bilinçsizce isyan bayrağını açtığı bir döneme giriyor. Sizin, ona sevgiyi gösterme biçiminiz biraz sert veya ısırarak ise, çocukta da bir tahrik duygusu başlar. Bu davranış, her çocukta olacak demek değildir, çocuğun içinde bu dürtü yok ise negatifliğinin en tepe döneminde bile karşınıza çıkmayabilir.

Isırmayı  alışkanlık haline getirmiş bir çocuğun anne-babası  olmak utandırıcı, ısırılan bir çocuğun anne-babası olmak ise üzücü gelebilir, hele ki bu çok tanıdık ortamlarda ve her seferinde gerçekleşiyor ise. Alışkanlık halinde ısıran veya ısırmaya aday çocuğun anne-babası olarak  neler yapabilirsiniz?

Sizi veya arkadaşını ısırdığında, karşısındakinin neler hissetmiş olabileceğini anlatmak adına, sizin de onu ısırmanız doğru bir yöntem değildir (bu yöntem, ileride duygusal alanda sorun yaşadığında, empatisini geliştirmek için, sadece sohbet ile sınırlı kaldığında, çok etkili ve işe yarayan bir yöntem olacaktır. Örneğin, kendini iyice ifade eder yaşa geldikten sonra, arkadaşına oyuncak vermemişse ve bir krize sebep olmuşsa, dramatizasyonla, arkadaşının neler hissetmiş olabileceğini ona hissettirebilir ve çözüm bulma ile düşünme becerisini geliştirebilirsiniz. Unutulmaması gereken, çocuklar her şeylerini, kardeşleri bile olsa paylaşmak zorunda değiller. Onlara ait çok özel ve paylaşmak istemedikleri eşyaların olabileceğine saygı duymak gerekir. Diğer taraftan da, ona özel eşyaların dışında kalanları da paylaşmayı öğretmek gerektiğini eklemeliyim). Isırma alışkanlığını denetleyin yani, çekişme başlayacağını hissettiğiniz an, sakinlikle ama hızlı müdahale edip, oradan uzaklaştırabilirsiniz, dikkatini dağıtabilirsiniz.

Siz müdahale edemeden ısırmışsa, yalnız kalabileceğiniz bir ortamda, davranıştan hoşlanmayıp, kızdığınızı, çok kısa açıklayıp, çok kısa bir süre mola cezasına koyabilirsiniz. Bu evdeyseniz koltuğa, küçük bir sandalyeye koymak olabilir, dışarıdaysanız arabaya gitmek olabilir. Ortama göre hızlı hareket etmenizde fayda vardır.

Isırılan çocuğa ilgi gösterip, ısıran çocukla ilgilenmemek de caydırıcı bir yöntem olabilir.

Davranışa odaklanın, onu yine çok sevdiğinizi ama davranışın hoşunuza gitmediğini belirtin. Çocuklar, ısırınca kötü  çocuk olmuyor, ısırmayınca da iyi çocuk olmuyor. Biraz daha büyüdüklerinde ve siz istemediğiniz davranışla karşılaştığınızda, bu kavramların önemini daha çok düşünmeye başlayacaksınız.

Parkta arkadaşını ısırmış, konuşmayı da sökmüş olan bir çocuğa, özür diletmek için boşuna uğraşmayın. İsterseniz şansınızı denersiniz, iyi bir anına gelmiş ise belki söyler. Özür dilemek 2-4, -5 yaş arası dönemde bile, çocuklar için zordur. Özür dilemek de çözüm değil, önemli olan sizden tavır görmesidir. Özür dilediğinde ise, dileğini kabul edin fakat kızgın tavrınızı bir süre daha sürdürmeniz önemlidir çünkü, diğer şekilde özür diledikten sonra tavır görmediğini fark eden çocuğun, davranışını tekrar ettiğini göreceksiniz.

Olumsuz bir davranış yaşandığında, çocuğa o anda öneri vermek uygun değildir, çünkü o sırada sizi dinlemez. Sakinleştikten sonra paylaşmak daha etkilidir.

Konuşmayı  ister halletmiş olsun, isterse işaretle anlatıyor olsun, ısırma alışkanlığı olan bir çocukla parka gidiyorsanız, önceden ona olumlu mesajlar vererek hazırlayın. “Şimdi biz parka gidiyoruz, başka çocuklar da olacak, oyuncağını vermese de ısırmayacağını biliyorum…”.  Anlayacak mı diye düşünmeyin, attığınız adımların onda iz bıraktığını, zaman içinde o izin derinleşerek anlam kazandığını göreceksiniz.


YARAMAZ-ÇOCUĞA-YAKLAŞIM-NASIL-OLMALIDIR.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

‘Yaramaz’ kavramı, benim çok sevmediğim maalesef her çocuğa kolayca yapıştırılan bir etikettir. Hele ki yaramaz çocuk kıyafeti giydirilmiş bir çocuğun üzerinden, bu sıfatı almak ve özgüvenini de yükseltmek epey zaman alır. Yetişkinin beklentisine göre davranan, yetişkinin sabrını fazla sınamayan, yetişkine vicdan muhasebesi yaptırmayan, kurallara uyumlu ve kendi kendini meşgul edebilen çocuk mu (işe) ‘YARAR’ çocuktur?

Her çocuğun yetişkin tarafından istenmeyen davranışı vardır. Ancak istenmeyen veya sevilmeyen çocuğun kendisi değil, davranışıdır. Bence burada çok özel ve önemli bir fark var. Anne-baba-öğretmen-büyükanne-büyükbaba… çocuğa ‘bıktım senin yaramazlıklarından’ dediği zaman, kötü niyetle söylemeseler bile çocuğu etiketlediklerinin farkına varmalıdırlar. Çocuk kalbiyle düşündüğüm zaman, bu ifadeden ister istemez benden bıkıldığını ve benim sevilmediğimi algılarım. Bir çocuğa yaptığı davranışın yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz, en zor çocuğa bile! Ancak muhakkak hangi davranışın olduğunu çok belirgin olarak belirtmelisiniz, davranışın sevilmediği halde kendisinin sevildiğini duymaya ihtiyacı vardır; ‘seni seviyorum ama kardeşine vurmanı sevmiyorum!’…

Çocuğun davranışlarına sınır getirmek gerekli midir? Evet, bir çocuk sınırlar içinde de bağımsız ve özgüven içinde büyüyebilir. Sınırsızlık içinde yüzen bir çocuk, güven duygusu hissedemez, onay alma, yardım alma, destek ihtiyacı duyar. Sınırlar ve kurallar net olarak belirlendiğinde, tutarlı ve kararlı olarak uygulandığında, çocuklar o kurallarla yaşamayı öğrenir. Bazı çocuklar, anne-babanın dikkatini üzerine çekmek için olumsuz davranışlarda bulunabilir, neden takdir edilmek yerine azarlanmayı seçerek ilgi beklerler? Bunu anne-baba kendine dönerek sorgulamalıdır. Zaten yapması beklenen davranışlar yeterli ilgiyi almıyor veya yeterli zaman ayrılamıyor ise, çocuk olumsuz davranış ile de anne-babanın tepkisini çekmek isteyebilir. Çocuk, maç akşamı babasından ciddi azar işiteceğini bile bile kumandayı saklayabilir veya televizyon önüne geçip izlemesini engellemeye çalışabilir. Sevgili babalar, kızmak yerine neden diye düşünmeyi denediniz mi?

İstenmeyen davranışta bulunan çocuğa yaklaşım nasıl olmalıdır sorusuyla çok sık karşılaşıyorum, ancak bu sorunun tek bir cümlelik cevabı yok. Mutlu ebeveynliği, ve mutlu çocuklar yetiştirmenin cevabını ise uzun bir paragraf ile belirtebilirim. Anne-baba çocuk sahibi olmadan önce kendini çok iyi tanımalı. Her kadın ve erkek çocuk sahibi olmalıdır diye bir şey yok, tam tersi bunun farkına varmak ve uygulayabilmek bence çok büyük bir erdemdir, bilgeliktir! Anne-baba zihni ve kalbi; fedakar, hoşgörülü, ileri görüşlü, kararlı, tutarlı, sevgi dolu, oyun oynamaktan keyif alan ve bu zamanı yoktan var eden, güçlü, kendini çaresiz hissettiği zaman bile çıkış yolu bulabilen, dengeli ve mantıklı olma yolunda kendini geliştirmeye, çocukla birlikte öğrenmeye açık olmalıdır.

Çocugum ve Ben Dergisi, Ocak 2009


ocuğunuza-Sınır-Koymak-Disiplin-Uygulamak.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Disiplin kavramından anladığımız nedir? Amacı ve işlevselliği nedir? Çok mu gereklidir? Disiplin “hayır” demek midir? Disiplin,  otorite midir?

Disiplinin “hayır” sözcüğünü sık kullanmak, arada bir popoya dokundurmak, ceza vermek, bağırarak söz dinletmek, baskı kurmak olduğunu düşünen birçok aile var. Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır. Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.

Bebek 6 aylıktan itibaren kendi gücünü keşfeder, sonra da gücünü dener, önce gözleriyle, sonra diliyle… Uyuyacağıma çığlık atsam ne olur ? Susmam için acaba ne yapacaklar, beni saatlerce sallarlar mı, yataklarına alırlar mı?… Mamamı kussam ne olur? Kusunca yine mama verirler mi acaba?…ve böylece şartlanmalar oluşur ve bebek neyi ne zaman yapması gerektiğini öğrenmiş olur.

Anne-baba tarafında da bu sırada bir gel-git yaşanır: Anne-baba, çocuğun isteğine boyun eğerek saatlerce sallasa mı? Yoksa kararlılık göstererek “hayır” mı dese? Yemediği zaman sakinliğini koruyarak “yemeği kaldırıyorum, demek ki aç değilsin” mi dese, yoksa mamasıyla oynamaktan sıkılıp yemeğe başlamasını mı beklese, yoksa çikolatayı rüşvet olarak mı kullansa?…

Disiplini sağlamak zor iş. Sertlik, katılık, vicdansızlık gibi algılanan disiplin içinde sevgi, şefkat, destek, yumuşaklık, sabır, kararlılık içeren bir kavram. Disiplinin içinde sınır koyma da var, özgürlük de var. Çocuk, gelişimi için attığı her adımda biraz daha bağımsızlaşır, o bağımsızlaştıkça anne-baba sınır koyar; bu sağlıklı gelişimin doğal sonucudur. 1 yaşındaki çocuk, doyduğunda biberonu ya da kaşığı eliyle iter, başını sallar veya kaşlarını çatar. 2 yaşındaki çocuk, her şeyi kendi kendine ve istediği şekilde yapmanın mücadelesini verir, sanki “ben varım” der. 4 yaşındaki çocuk, odasının toplanmasını istendiğinde net bir şekilde “hayır” diyebilir. 6 yaşındaki çocuk, televizyonun kapatılması istendiğinde “ne karışıyorsunuz?” diyerek tavır koyabilir. 11 yaşındaki çocuk, öpülmek istendiğinde yüzünü buruşturabilir. Çocuk bağımsızlaştıkça, bağımsızlığını korumak için ısrar eder. Çocuk bağımsızlığını korudukça, anne-baba da çocuğundan bağımsızlaşır. Böylece çocuğunun “sınırlar içindeki” bağımsızlığını desteklemiş olur.

Terazinin kefelerinin birinde çocuğu koruma-kollama, diğerinde bağımsızlık ve çocuğa özgüven kazandırma var. Arada da çocuğa kurallar koyan, sınırlar çizen anne-baba. Disiplin adına çocuğa uygulana kurallarda “yapma” şeklindeki engellemelerde ve yasaklarda anne-baba abartılı davranmamalıdır.

Aşırı koruma ve kollamanın sonuçları nelerdir? 3,7,11… yaşındaki çocuğun ağzına yemek vermek, poposunu silmek, kalemlerini yontmak, çantasını yapmak…ona hizmet için sürekli hazırda beklemek, onu korkak, ürkek, güvensiz, yalnız bir çocuk haline getirebilir. Böyle yetişen bir çocuk, ailesinden ayrılınca bocalar. Evde her istediğini yaptıran çocuk, arkadaş ilişkilerinde de zorlanır; ya kaybetmeye alışık olmadığı için gruba hiç katılmaz, ya başaramama endişesi ile yarışmalardan kaçar, ya da siner, ya da kendini koruyamaz. Tam tersi olan bir yapılanmada, sınırsızlıkta, hiç disiplin uygulanmadan büyüyen bir çocukta da, davranış bozukluğu ve uyumsuzluk oluşabilir. Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır. Ev ortamı dış dünyanın minyatür bir kopyası olarak çocuğa sunulmalıdır, gerçekler farklı gösterilerek değil!

Bir de çocuk merkezli aileler var, burada çocuğun düşüncesi, fikri, tercihidir önemli olan, çocuk ne derse o olur, ne isterse anında alınır. Bu ailelerde evi yöneten çocuktur, televizyon kumandasının hakimiyeti ondadır, ne yemek pişeceğine o karar verir, hafta sonu nereye gidileceğini o belirler, kardeş yapılıp yapılmayacağı ona sorulur. Oysa çocuk, her şeyi elde edemeyeceğini görmeli, her istediğinin gerçekleşemeyeceğini anlamalı, ölçülü ve sabırlı olmayı öğrenmeli, isteklerinin de bir sınırı olduğunu aile ortamında keşfetmelidir.

Disiplini sağlamak için ceza verilebilir, fakat cezanın olduğu yerde ödül de olmalıdır. Burada ödül ve cezadan ne  anlaşıldığı da tartışılabilir. Bir çocuğun, tekrarlanması istenen bir davranışına “aferin” demek, alkışlamak, okşamak, bir hediye almak ödül olabilirken; çocuğu bazı şeylerden mahrum bırakmak (oyun, oyuncak, tv., faaliyet, ilgi…), molaya koymak (time out), bakışlar…ceza kapsamına girebilir. Ceza, mutlaka istenmeyen davranışın hemen ardından verilmeli ve o davranışla ilişkili olmalıdır. Ödül de istenen davranışın hemen peşinden verilmeli, böylece davranışı pekiştirmelidir.
Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar. Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar. Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, onu veliaht gibi yetiştiren anne-baba, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin yetiştirdiğini bilmelidir.

Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın. Çocuğunuzun anlık mutsuzluğu sizin kural koymadaki kararlılığınızı etkilemesin, kararsız olduğunuzda veya koyduğunuz kuralı kendiniz bozduğunuzda çocuk bunu kavrayacak, ileride de kurallara uymamanın yollarını deneyecektir. Verdiğiniz ödül veya cezadan pişman olmayın, hatalı olduğunuzu düşünüyorsanız, uygulamanın bitiminde çocuğa bunu açıklayabilirsiniz.

Dolayısıyla hata yapmaktan korkmamak, önemli olan mükemmel anne-baba olmak değil, mutlu bir çocuğun mutlu  anne-babası olmaktır.


Disiplin.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzm. Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Disiplin kavramından anladığımız nedir? Amacı ve işlevselliği nedir? Çok mu gereklidir? Disiplin “hayır” demek midir? Disiplin, otorite midir?

Disiplinin “hayır” sözcüğünü sık kullanmak, arada bir popoya dokundurmak, ceza vermek, bağırarak söz dinletmek, baskı kurmak olduğunu düşünen birçok aile var. Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır. Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.

Bebek 6 aylıktan itibaren kendi gücünü keşfeder, sonra da gücünü dener, önce gözleriyle, sonra diliyle… Uyuyacağıma çığlık atsam ne olur ? Susmam için acaba ne yapacaklar, beni saatlerce sallarlar mı, yataklarına alırlar mı?… Mamamı kussam ne olur? Kusunca yine mama verirler mi acaba?…ve böylece şartlanmalar oluşur ve bebek neyi ne zaman yapması gerektiğini öğrenmiş olur.

Anne-baba tarafında da bu sırada bir gel-git yaşanır: Anne-baba, çocuğun isteğine boyun eğerek saatlerce sallasa mı? Yoksa kararlılık göstererek “hayır” mı dese? Yemediği zaman sakinliğini koruyarak “yemeği kaldırıyorum, demek ki aç değilsin” mi dese, yoksa mamasıyla oynamaktan sıkılıp yemeğe başlamasını mı beklese, yoksa çikolatayı rüşvet olarak mı kullansa?…

Disiplini sağlamak zor iş. Sertlik, katılık, vicdansızlık gibi algılanan disiplin içinde sevgi, şefkat, destek, yumuşaklık, sabır, kararlılık içeren bir kavram. Disiplinin içinde sınır koyma da var, özgürlük de var. Çocuk, gelişimi için attığı her adımda biraz daha bağımsızlaşır, o bağımsızlaştıkça anne-baba sınır koyar; bu sağlıklı gelişimin doğal sonucudur. 1 yaşındaki çocuk, doyduğunda biberonu ya da kaşığı eliyle iter, başını sallar veya kaşlarını çatar. 2 yaşındaki çocuk, her şeyi kendi kendine ve istediği şekilde yapmanın mücadelesini verir, sanki “ben varım” der. 4 yaşındaki çocuk, odasının toplanmasını istendiğinde net bir şekilde “hayır” diyebilir. 6 yaşındaki çocuk, televizyonun kapatılması istendiğinde “ne karışıyorsunuz?” diyerek tavır koyabilir. 11 yaşındaki çocuk, öpülmek istendiğinde yüzünü buruşturabilir. Çocuk bağımsızlaştıkça, bağımsızlığını korumak için ısrar eder. Çocuk bağımsızlığını korudukça, anne-baba da çocuğundan bağımsızlaşır. Böylece çocuğunun “sınırlar içindeki” bağımsızlığını desteklemiş olur.

Terazinin kefelerinin birinde çocuğu koruma-kollama, diğerinde bağımsızlık ve çocuğa özgüven kazandırma var. Arada da çocuğa kurallar koyan, sınırlar çizen anne-baba. Disiplin adına çocuğa uygulana kurallarda “yapma” şeklindeki engellemelerde ve yasaklarda anne-baba abartılı davranmamalıdır.

Aşırı koruma ve kollamanın sonuçları nelerdir? 3,7,11… yaşındaki çocuğun ağzına yemek vermek, poposunu silmek, kalemlerini yontmak, çantasını yapmak…ona hizmet için sürekli hazırda beklemek, onu korkak, ürkek, güvensiz, yalnız bir çocuk haline getirebilir. Böyle yetişen bir çocuk, ailesinden ayrılınca bocalar. Evde her istediğini yaptıran çocuk, arkadaş ilişkilerinde de zorlanır; ya kaybetmeye alışık olmadığı için gruba hiç katılmaz, ya başaramama endişesi ile yarışmalardan kaçar, ya da siner, ya da kendini koruyamaz. Tam tersi olan bir yapılanmada, sınırsızlıkta, hiç disiplin uygulanmadan büyüyen bir çocukta da, davranış bozukluğu ve uyumsuzluk oluşabilir. Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır. Ev ortamı dış dünyanın minyatür bir kopyası olarak çocuğa sunulmalıdır, gerçekler farklı gösterilerek değil!

Bir de çocuk merkezli aileler var, burada çocuğun düşüncesi, fikri, tercihidir önemli olan, çocuk ne derse o olur, ne isterse anında alınır. Bu ailelerde evi yöneten çocuktur, televizyon kumandasının hakimiyeti ondadır, ne yemek pişeceğine o karar verir, hafta sonu nereye gidileceğini o belirler, kardeş yapılıp yapılmayacağı ona sorulur. Oysa çocuk, her şeyi elde edemeyeceğini görmeli, her istediğinin gerçekleşemeyeceğini anlamalı, ölçülü ve sabırlı olmayı öğrenmeli, isteklerinin de bir sınırı olduğunu aile ortamında keşfetmelidir.

Disiplini sağlamak için ceza verilebilir, fakat cezanın olduğu yerde ödül de olmalıdır. Burada ödül ve cezadan ne  anlaşıldığı da tartışılabilir. Bir çocuğun, tekrarlanması istenen bir davranışına “aferin” demek, alkışlamak, okşamak, bir hediye almak ödül olabilirken; çocuğu bazı şeylerden mahrum bırakmak (oyun, oyuncak, tv., faaliyet, ilgi…), molaya koymak (time out), bakışlar…ceza kapsamına girebilir. Ceza, mutlaka istenmeyen davranışın hemen ardından verilmeli ve o davranışla ilişkili olmalıdır. Ödül de istenen davranışın hemen peşinden verilmeli, böylece davranışı pekiştirmelidir.
Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar. Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar. Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, onu veliaht gibi yetiştiren anne-baba, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin yetiştirdiğini bilmelidir.

Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın. Çocuğunuzun anlık mutsuzluğu sizin kural koymadaki kararlılığınızı etkilemesin, kararsız olduğunuzda veya koyduğunuz kuralı kendiniz bozduğunuzda çocuk bunu kavrayacak, ileride de kurallara uymamanın yollarını deneyecektir. Verdiğiniz ödül veya cezadan pişman olmayın, hatalı olduğunuzu düşünüyorsanız, uygulamanın bitiminde çocuğa bunu açıklayabilirsiniz.

Dolayısıyla hata yapmaktan korkmamak, önemli olan mükemmel anne-baba olmak değil, mutlu bir çocuğun mutlu  anne-babası olmaktır.


Okula-İlk-Merhaba.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Gözlerimiz geleceğe dönük, yüreklerimiz, heyecanla çarpıyor, düşüncelerimiz çocuklarımıza bebekliklerinde yaptığımız yatırımlarla dolu. Yepyeni bir dönem başlıyor. Sadece minikler için değil, onun çevresinde olan herkes için yepyeni bir dönem. Anne, baba, ağabey, abla, kardeş, bütün aile yeni bir yapılanma sürecine giriyor. Evet 6-7 yaşındaki çocuğumuz, öğretim hayatının birinci basamağını çıkmaya başlıyor. Daha dün kum ve suyla oynarken, şimdi masa başında oturacak, çizgi çizecek ve okumaya başlayacak.

Son çocukluk dediğimiz 6-11 yaş döneminin ilk evresinde nörolojik olarak, beyinde nöronların yeni bağlantılar kurması yavaşlamakta, fiziksel olarak boy uzaması ve ağırlık artışı hızını kaybetmekte, sosyalleşme ise hızlanmaktadır(zihin gelişiminin üçte ikisini, sinir sistemi gelişiminin hemen hemen beşte dördünü ilk beş yıl içinde tamamlamaktadır). Benmerkezci dönemin 6 yaş civarında sona ermesinden sonra, devamlı başarılı olma isteği yaşayan, kaybetmeye tahammülü olmayan ve iki yaş döneminde görülen inatçılığa benzer bir süreç geçiren çocuk, sınıf ortamına girdiği zaman kırıklık yaşayabilmektedir çünkü kurallar ve değiştiremeyeceği bir düzenle karşı karşıyadır. Ancak, okul öncesi dönemde yumuşak bir disiplin ile büyüyen, sınırları belirlenmiş bir ortamda yetişen, özgüveni desteklenmiş olan çocuk birinci sınıfa uyumu daha kolay atlatabilmektedir.

Çocuğun birinci sınıfa donanımlı başlayabilmesi için, öncesinde yapılmış olması gereken hazırlıklar nelerdir? Başarıya endeksli bir öğretim sisteminde, akademik başarı beklentisi olan veli, öğretmen ve okul sacayağında, çocuğun görevlerini isteyerek yerine getirmeye hazır olması önemlidir. Zihinsel gelişimi yaş normlarına uygun; kendine güven duygusu gelişmiş olarak, anne-babadan ayrılabilme, iletişim kurma ve sürdürme becerilerine sahip; empatik düşünme ve davranma becerileri oluşmuş, sorumluluk alan ve yerine getiren, dürtülerini de kontrol etmeyi başaran çocuklar, okul olgunluğuna kavuşmuş çocuklardır. Okul yaşamında başarılı olmak için çocuğun, belli bir süre dikkatini toplayabilmesi, bir ders süresi boyunca masa başında oturabilmesi, ana dilini iyi kullanabilmesi, kendini ifade edebilmesi el-göz koordinasyonuna sahip olması gerekmektedir.

Çocuğun hayal ile gerçeğin ayrımını yapabildiği bu dönemde, somut düşünceden soyut düşünceye geçiş başlar; iyi ile kötü, doğru ile yanlış kavramları üstbenliğinin gelişmesiyle birbirinden ayrışır. Gelişen konuşma yeteneği, zenginleşen kelime hazinesi artan merak duygusuyla çocuk, araştırma ve keşif peşindedir. Bilgili ve deneyimli bir öğretmen, çocuğun öğrenme ihitiyacını kamçılamayı ve tatmin etmeyi bilir, çocuğun “anne-babadan ayrı kaldım” duygusundan arınmasına yardımcı olur; “öğretmenim beni sevecek mi, başarılı olacak mıyım, arkadaşımla anlaşabilecek miyim” kaygısı taşıyan çocuğu rahatlatmayı becerir. Bilinçli ve duyarlı bir anne baba da bir yandan kendi heyecanını kontrol altına alırken öte yandan çocuğuna bir öğrenme ve güven ortamı sağlamaya çalışır, çocuğuna destek olur.

Güvenli çocukların, değişen şartlara ve ortamlara daha çabuk uyum sağladıkları bilinen bir gerçektir. Kendine güvenen çocuk, özbakım becerilerinde kendi kendine yeter, sorumluluğunu bilir, gündelik hayatta karşılaştığı problemler için muhakeme gücünü kullanarak, kendince çözümler üretmeye çalışır, başarılı olmadığını düşündüğü alanda geri çekilmeyip denemeyi kabul eder, göz teması kurarak iletişim sağlar, hakkını arar ve seçim yapma, karar verme yetisine de sahiptir. Çocuğa fırsat verildiği takdirde onun ne kadar becerikli olduğunu görmek anne-babalara; becerilerini kullanarak başarıyı tatmak da çocuklara olumlu olarak geri dönecektir.

Sosyal gelişimi iyi olan bir birinci sınıf çocuğu, iletişim, kendini ifade etme, hakkını arama, arkadaş edinme, kaybetmeyi ve başarısızlığı kabullenme, kurallara uyma konularında diğer çocuklara göre daha rahat olduğundan, okul onun için bir fobi olmayacaktır.

Sosyalleşme konusunda sıkıntı yaşayan çocuk, bazen anne-babadan ayrılma endişesi de yaşayabilmektedir. Bazen anne-babanın,çoğunlukla da annenin endişesi, çocuğun sağlıklı olarak sosyalleşmesine izin vermediğinden, çocuğu da endişeli kılmaktadır. Çocuğun ilkokula hazır olması kadar, anne-babanın da “birinci sınıf velisi” olmaya hazır olması gerekmektedir. Bazı anne-babalar, ilk kez yapılması “şart” ev ödevleriyle karşılaşmaktadır. Çizme, yazma, heceleme, okuma, toplama, çıkarma gibi ödevlerle çocuk için olduğu kadar anne-baba için de yeni uygulamalardır. Ödev yapma alışkanlığı çocuğa erkenden kazandırılması gereken bir sorumluluktur. Anne-baba ödev yaptıran, ödev yapılırken çocukla dip dibe oturan, ödev sorumluluğunu taşıyan, ödev yanlış veya eksik yapılınca midesine kramplar giren kişi olmamalıdır. Ödev, çocuğun sorumluluğudur, anne-babaya düşen görev bu sorumluluğu çocuğa taşıtabilmek, çocuğu ödev yapmaya motive eden ve denetleyen bir anne-baba olmak, çocuğun okulda öğrendiklerine ilgili ve duyarlı bir ebeveyn olmayı becermektir.

Anne-babaya düşen diğre görevler; okul açılmadan okulu ve öğretmeni tanımak ve çocuğa tanıtmak, okulun ilk günü okula beraber gitmek, sabahları çocuğun son dakika hazırlanmasına dikkat etmek, okul dönüşü televizyon seyretme süresini ve izlenecek filmleri beraber ayarlamak, uyku saatlerine düzen getirmek, hatalı davranışlarında çocuğu öğretmene şikayet etmek ile tehdit etmemek, öğretmen ile diyalog içinde bulunmaktır. Tüm bunlar yapılırken yaz rehavetinden çıkan çocuğu birdenbire okul başladı diyerek kış disiplinine sokmak, çocukta olumsuz duygular gelişmesine neden olabilir. Yeni düzenlemenin, okul açılmadan 2-3 hafta önce başlatılması, geçişlerin yumuşak ve kademeli olmasında fayda vardır.

Çocuk, genleriyle gelen bir hamur, okul bu hamura cesaret ve vizyonla şekil vermeye çalışan bir sistem! Anne-baba, bu hamuru yoğurarak kendiyle barışık, geleceğe güven ve sağ duyu ile bakan bir çocuk yaratmak için uğraş veren, pozitif enerji sağlayan bir ortamdır.İlkokula merhaba, yine yeni bir kritik döneme daha merhaba!


Okul-Seçme-Sendromu.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Bilinçli anne-babalar haklı olarak okul seçiminde epey bir zorlanıyorlar. Belki de çocuğun yaşamında verilecek en büyük kararlardan biri. Bazı okullar sanat, bazı okullar spor veya matematik ağırlıklı bir yol çizerken, ilk defa “veli” olacak anne-babalar nasıl bir seçim yapmalı?

Zorlu ve çok uzun olan bu yarışta!, aynı zamanda mutlu olmalarını da sağlamak için, gerçekten çocuğun potansiyeline, okul olgunluğuna, ihtiyaçlarına, yapısına ve kişiliğine göre seçim yapılmalıdır; anne-babanın beklentisine göre değil! “Veli” adayı olan anne-babalar olarak gönlünüzdeki okulları eğitim ve öğretim sürerken gezip, okul idaresi, rehber öğretmen ve sınıf öğretmenleriyle de görüştükten sonra yapılması gereken, çocuğunuzun kişiliğini ve yapısını çok iyi tanımlamak olmalıdır. Onu iyi tanıdığınızı düşünüyor olsanız bile, okul öncesi bir kuruma gidiyorsa, okul pedagogu ile de görüşerek, size okul ortamındaki tabloyu yansıtmasıyla düşüncelerinizi güçlendirmek veya yanılgılarınızı göstermek açısından faydalı olacaktır.

Okulları gezerken, okulların amaçları, akademik hedefleri, geleceğe bakış açıları, çocuğu kazanma yöntemleri, sınıfların oluşturulma biçimleri, sportif ve sosyal etkinliklere ilişki planlarını, bireysel farklılıkları yönlendirme yetileri ve rehberlik servisleri sizlerin görüşmeler sırasında özellikle dikkat etmeniz gereken veriler olmalıdır.

Çocukların yetenekleri farklılık gösterir, zihinsel, sosyal, sanatsal, sportif beceri ve pratikliğe dayanan yapı ve tarzları vardır. Örneğin; çekingen olan bir çocuğun sportif becerisi iyi ise; spor yapmasına, sosyalleşmesine vakit bırakmayacak bir eğitim kurumu çocuğun özgüveni açısından destekleyici olmayabilir. Böyle bir durumda çocuğun ve ailenin diğer özellikleri ve imkanları da dikkate alınarak; kendini göstermesine fırsat yaratabileceği, başarı tadabileceği ve motivasyonun sağlanabileceği tarz bir kurum seçmek daha uygun olabilir. Bir başka örnekte ise hareketli, inatçı, asi yapılı..

Bir çocuğu baskıcı bir sistemle okutmaya çalışarak ” adam olacağını” düşünmek yanlıştır. Okul, disiplinin öğretileceği mekan olarak görülmemelidir. Çocuk, sizin desteğiniz, kararlılığınız ve tutarlılığınızla, oyunla kuralları öğrenir, yaşamla tanışır, annesini-babasını taklit eder, duygularını paylaşır ve yaşamdaki yerini belirlemeye çalışır. İlkokuldan önce, özbakım becerileri, duygusal olgunluk düzeyi ve okula hazır oluş biçimleri, ev ve yuva ortamında desteklenip; ilkokul için hazır duruma getirilmesi, beklenilen özelliklerdir.

Son olarak da dikkat edilmesi gereken diğer bir konu, okuldaki eğitim personelinin niteliğidir. İlkokul birinci sınıf öğretmeninin, gerek kişilik, gerek kültürel ve akademik gelişiminde çok önemli rolü vardır. Bilimsel, araştırmacı, çocuğa önem veren öğretmen; eğitim ve öğretimin ötesinde özellikler katar.

Unutmayın ki çocuklar iyi birer gözlemci ve kopyacıdırlar; mutlu ve başarılı öğrenciler olmaları için aynı zamanda hem onların donanımlı, hem de siz veli adayı anne-babaların okul kararında huzurlu olmanız ve yansıtmanız önemlidir.

“Yeni mezun genç diplomasını babasına uzattı ve şöyle dedi: Seni ve annemi mutlu etmek için hukuk fakültesini bitirdim. Simdi, altı yaşımdan beri size söylediğim gibi itfaiyeci olacağım”. A.S. Neil


Eyvah-Ödev-Zamanı-1200x675.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Keyifli ve stresten uzak geçen, uzun bir yaz tatilinden sonra okulların başlamasıyla pek çok görev ve sorumluluklar da başlayacaktır. Haklı olarak tatilin bitmesini istemeyenler arasında sadece çocuklar değil, anne-babalar da olacaktır! Yaz tatilinin sağladığı özgürlük ortamından sonra, yatma-kalkma-ödev yapma-oyun oynama-yemek yeme-televizyon izleme saatlerine bir düzen geleceğinden, bu alışkanlıkları yeniden oturtmak için okulların açılmasını beklememekte fayda olacaktır.

Çocukların hayatlarında yeni dönemler başlarken, sağlıklı ve kalıcı olması açısından yumuşak geçişler yapılmalıdır. Okulların açılmasından önceki 10 günlük süre iyi bir fırsat olacaktır. Kuralların egemen olduğu okul hayatında, çocuklara sorumluluk almayı öğretmiş olmak gerekir. Bunlardan bir tanesi de çalışma alışkanlığıdır, çocukların öğrenebileceği bir yaşam becerisidir.

Anne-babaların, çocuklarıyla en çok yaşadıkları ödev zamanı bazı aileler için kabusa dönüşmekte, anne-çocuk, baba-çocuk ve anne-baba ilişkisinde de gerginliklere sebep olmaktadır. Çocuğunuzun özelliklerini dikkate alarak, birlikte bir çalışma planı hazırlamanın, okuldan geldikten yatma saatine kadar olan süreyi çocuğun ihtiyaçları doğrultusunda planlamanın eve huzur getirebileceğini hiç düşündünüz mü?

Çocuğun, okuldan gelir gelmez derse oturtulması yerine biraz dinlenmesi sağlanmalıdır. Bu zaman dilimi içinde yapacaklarını ve süresini anne-baba, çocuğun yaşına, gelişimine, özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre planlamalıdır. Plan yapıldıktan sonra, zaman zaman aksamalar olması da beklenmelidir ve çocuğun buna alışması için zaman verilmelidir. Bazen televizyon, arkadaşlar, uzun süreli oyunlar…

Çalışma planını sabote edebilir. Çocuğun, oyun ve ders saatinin ne zaman olduğunu bilmesi gerekir. Anne-babanın bilmesi gereken ise, ödevin çocuğun sorumluluğu olduğudur. Ödev sorumluluğunu üstlenen anne-babaların, hem bu konuda şikayet ettiklerini hem de sorumluluğu bırakmak için çocuğa güvenmediklerini veya daha iyi olsun çabasıyla müdahaleci olduklarını görmekteyiz. Çocuk, sürekli anne-babanın yanında oturmasını istemekte, onlara okutmakta, her aşamada desteğe bağımlı kalmaktadır. Çocuğun, kendi başına çalışma alışkanlığı geliştirmesini ve ödev sorumluluğu almasını geciktirmektedir. Bu durumda sınıf öğretmeni ve rehber öğretmen ile işbirliğine girilerek, anne-babanın yavaş yavaş geri çekilmesi hedeflenmeli ve yaşam becerisinin temeli atılmalıdır.

Çocuğun çalışma planını uygulayabilmesi için, varsa kendine ait bir odası veya uygun bir odanın bir köşesi verimli çalışma hedeflenerek düzenlenmelidir. Çocuğun çalışma alanında, onun dikkatini dağıtacak oyuncak, bilgisayar, televizyon… Bulunan bir ortam çalışmanın verimini düşürebilir, onun motivasyonunu da olumsuz olarak etkileyebilir. O yüzden, görüş alanında ilgisini dağıtacak eşyaların bulunmamasında fayda vardır.

DİKKAT!!!

  • Ödevler yapılırken, televizyonun kapalı olmasına, sessiz bir ortamın sağlanmış olmasına,
  • Ödev yaparken kullanacağı malzemelerin önceden hazırlanmış olmasına,
  • Sabahları kayıp ödevleri aramak yerine, akşamdan çantanın hazırlanmış olmasına,
  • Onunla gurur duyduğunuzu söylemeye,
  • Ödevini yanına oturarak yapmak yerine, denetleyen olduğunuza,
  • Öğretmen ile iletişim içinde olmaya,
  • Onu son dakika! Ödevlerini üstlenmediğinize,
  • Ödevle ilgili almadıkları sorumluluğu kendi öğretmeni ile paylaşmak üzere yönlendirdiğinize,
  • Ona, boş zaman da kalabilmesine, dikkat edin.

Bazen, üst üste gelen ödevler, sınavlar, sorumluluklar çocukta bıkkınlık yaratarak isyana da sebep olabileceği unutulmamalıdır. Bu duygunun doğal olduğu anne-baba tarafından kabul edildiğinde çocuk, anlaşıldığını hissederek duygularını paylaşarak rahatlayabilir. Ödev her zaman ilişkiyi riske sokmaz, akıllı ve duyarlı anne-baba için, çocuğu ile daha da yakınlaşması açısından okyanusta bir damla bile olabilir.

Çocuğunuz okula gittiği sürece, ödevler hayatının bir parçası olacaktır. Önemli olan, bu süreci sancısız ve başarılı bir parça haline getirerek, anne-baba-çocuk ilişkisini de zedelemeden, yaşam becerisini kazandırmak olmalıdır.


renme-Güçlüğü-Yaşayan-Çocuklar.jpg

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Konunun uzmanı tarafından, öğrenme güçlüğü tanısı alan çocukların anne-babaları bu kavramı duydukları zaman doğal olarak çocuklarında zekasal bir sorun olup olmadığını sorgularlar. Öğrenme güçlüğü, çocuğun zekası normal veya normalin üzerinde olduğu halde, kendini ifade etme, düşünme, dinleme, okuma-yazma-matematik becerilerinde yaşıtlarına ve potansiyeline- zekasına kıyasla düşük başarı göstermesidir.

Çocuğun zihinsel becerisi olmasına rağmen, akademik alanda yetersizlik göstermesi, öğrenme güçlüğünün çarpıcı bir özelliğidir. Okul öncesi dönemde gecikmiş konuşma, telaffuz sorunları, sözel ifadede zorlanma (uygun kelimeyi bulmada sıkıntı yaşarlar), kelime hazinesinin artışında yavaşlık, yönergeleri anlama ve izlemede zorlanma, karmaşık cümleleri anlamada zorlanma (uzun bir cümle dilediklerinde kaybolabiliyorlar), yönleri öğrenme zorlanma, sayılar, haftanın günleri, renkler, şekiller gibi sıralı bilgileri öğrenmede zorlanma gibi belirtiler görülebilir. Okul döneminde ise kısa süreli dikkat, okuma becerisini kazanmada zorlanma (ters okuma, eksik okuma, yanlış okuma, harfler döndürme b-d, ters döndürme n-u, yer değiştirme ve-ev…), yazmayı öğrenmede zorlanma (kötü el yazısı, yazmaya büyük bir güç harcamak-ağır ve yavaş yazmak gibi), unutkanlık, dalgınlık, zamanı iyi kullanamama, ezberlemede zorlanma, kötü defter kullanma, aritmetik işaretleri karıştırma, planlama ve organizasyon yapmada zorlanma, zaman kavramını öğrenmede zorlanma, özetlemede zorlanma, bilgiyi organize etme ve hatırlamada zorlanma (testlerdeki açık uçlu soruları yanıtlamada zorlanabilirler), koordinasyonda zayıflık, ince motor beceriler gerektiren aktivitelerde zorlanma (makas kullanma, fermuar açıp kapama, düğme ilikleme, ayakkabı bağlama…) belirtileri görülebilir. Öğrenme güçlüğünün nedenleri henüz tam olarak belirlenememiştir. Ancak yapılan araştırmalar;

  • beyin hasarı (hamilelikte, doğum ya da doğum sonrasındaki sorunlar)
  • olgunlaşmada gecikme (bazı gelişim alanlarında diğerlerine kıyasla daha yavaş olgunlaşma, konuşmanın gecikmesi gibi)
  • genetik ve kalıtımsal etkenler (çocuklarda ekstra x kromozomunun da yol açtığı ileri sürülmektedir, ayrıca birinci derecede biyolojik akrabalarda da %75 benzer özellikler yaşandığı belirtilmiştir).
  • algısal bozukluklar (işitsel, görsel, dokunsal, mekansal, kinestetik algı bozuklukları),
  • nörolojik fonksiyonlarda bozukluk

Öğrenme bozukluğu olan çocuklara tanı konması için anne-babayla, çocukla, okulla görüşmeler yapılır. Hangi alanda bozukluklar olduğunu belirlemek amacıyla çeşitli testler uygulanır, gerekirse tıbbi muayeneler (psikiyatr, nörolog, kulak-burun-boğaz doktoru, göz doktoru da gerekli değerlendirmeleri yapar) yapılır. Öğrenme Güçlüğü yaşayan çocukların anne-babalarına öneriler:

  • Çocuğunuz için günlük bir plan yapın, yapacağı işlerin saatlerinin her gün belirli ve aynı olmasını sağlayın. Bu çocukların düzene, sınırlara, yönlendirilmeye ihtiyaçları vardır.
  • Kontrol altına alıcı ve yatıştırıcı sınırlar koyun. Sınırları koyarken bunların sürekli, tutarlı, tahmin edilebilir ve basit olmasına dikkat edin.
  • Cezayı mümkün olduğunca az kullanın. Zayıf olduğu yanların yerine başarılı olduğu alanların üzerinde durun. Olumlu davranışlarıyla ilgili anında geri bildirim verin.
  • Onu tanıyın, güçlü olduğu yanlarını bilin, kendini iyi hissetmesini ve güvenmesini sağlamak için bunları ön plana çıkarın. Kendini başarılı hissedebileceği ortamlar yaratın.
  • Zayıf olduğu alanları bilin, böylece beklentileriniz gerçekçi olsun. Yapacağı işi sürekli ertelememesi için, program yapmasına yardım edin..
  • Davranışlarını çocuğunuzla sakin olduğu anlarda tartışın ve onun bu davranışlarının sonuçlarını almasını sağlayın.
  • Yönergelerinizi göz kontağı kurarak tekrar edin.
  • Yapılması gereken işleri küçük parçalara bölün. Böylece çocuğun her parçayı yapabileceği kadar küçültülmüş görmesi sağlanır ve daha işe başlamadan hissettiği iş hafifletilir.
  • Çocuğunuza mümkün olduğunca sorumluluk verin.
  • Çocuğunuzla her gece ödevini yapacağına veya belirlenmiş görevleri yapacağına dair bir anlaşma yapın ve bu anlaşmayı onun görebileceği bir yere asın. Eğer çocuğunuz anlaşmaya uymazsa siz de söz vermiş olduğunuz ayrıcalığı iptal edin. Ancak bunu yaparken neden iptal ettiğinizi açıklayın.
  • Çalışma yerini onun dikkatini dağıtabilecek materyallerden uzak bir yere kurun. Belirli bir zamanda olması gereken çalışma saatini çocuğunuzla beraber tespit edin.
  • Öğretmenleriyle işbirliği içinde olun. Çocuğunuzun okul öğretmeninden hergün yapılması gereken ödevlerin bir listesini çocuğunuza yaptırmasını rica edin ve her akşam yatmadan önce bu listeyi kontrol etmiş olduğundan emin olun.
  • Çocuğunuz ödevlerini yaparken gerektiğinde ara vermesine olanak tanınmalıdır.
  • Ders çalışırken belli alışkanlıklar edinmesini sağlayacak ve istenmeyen davranışları kontrol edecek bir sistem geliştirilmelidir. Ödül puanları, çocuğun başarısını grafiklerle göstermek, çocuğu çıkartmalar ve yıldızlarla ödüllendirmek çocuğa istenen davranışları edindirmekte heveslendirir.
  • Uzun sürebilecek ödevler parça parça bölünmelidir. Böylece çocuğa bir işi tamamlamış olma duygusu tattırılmış olur.
  • Çocuktan her zaman aynı performansı göstermesi beklenmemelidir.Çabaları sonuç mükemmel olmasa da desteklenmelidir.
  • Fiziksel egzersiz yaptırılmalıdır.
  • Onunla oyun oynayın ve bırakın oyunu çocuğunuz yönetsin.
  • Çocuğunuzun konuşması bitene kadar kesmeden onu dinleyin.
  • Çok fazla kuraldan kaçının. Kural koyarken çocuğunuzun da fikrini alın.
  • Basit, kısa ve net komutlar verin.
  • Yaz-kış, düzenli spor ya da aktivitelerinde enerjisini en iyi harcayabileceği ya da başarısını en güzel görebileceği bir alan bulmak önemlidir.
  • Özgüvenini destekleyin
  • Görsel algılama becerilerini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapın.
  • İşitsel dikkatlerini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapın.
  • Gerekiyorsa profesyonel yardım almakta gecikmeyin.

Çocugum ve Ben Dergisi, Temmuz-Ağustos 2010


Sevgili-Annecim-Lütfen-Bu-Yazıyı-Okur-Musun.png

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog –  Oyun ve EMDR Terapisti

Annelik için, dünyadaki en zor meslektir, derler. Kesinlikle doğru, en basit ifadeyle işinizden istifa edebilirsiniz, eşinizden boşanabilirsiniz; ancak çocuğunuzdan ne boşanabilir ne de istifa edebilirsiniz. Buna hakkınız yok, çünkü siz ‘annesiniz’.

Siz anne olduğunuz için, mücadele etme gücünü tüketmezsiniz, siz anne olduğunuz için dünyayı çocuğunuz için sırtlayabilecek kadar güçlü hissedersiniz, siz anne olduğunuz için çocuğunuza yürekten bağlılık hissedersiniz, siz ‘anne’ olduğunuz için çocuğunuzun arkadaşı, öğretmeni değilsiniz. Çocuğunuzun doğumuyla, anne olarak, siz, başroldesiniz!

Annelik, doğuştan gelen bir özellik değildir; ancak, farkındalığı ve bilinci yüksek, çocuğunun özelliklerini iyi tanıyan bir anne ‘akıllı sevgiyi’ yaşamayı, yaşatmayı ve aktarmayı öğrenebilir. Her anne, çocuğu için olumlu olan bütün ‘en’lere, çocuğunun sahip olmasını ister. Çocuğun çevresinde seçilmiş olan herkesin çabası da, doğuştan getirdiği kapasiteyi en verimli düzeye çıkarmak içindir. Bu çaba harcanırkenki yolculukta da başrol, genelde çocuk ve annenindir (yeni nesil babaları ve eski nesil akıllı sevgiyi yaşatan babaları unutmamak gerek.

Anne olmanın en zorlu yanlarından biri, ‘yeterince iyi anne miyim’ sorgulamasıdır; hele bir de çalışan anne iseniz! Yıpratan, cevapsız bir sorgulama. İyi anne,çocuğuyla arkadaş olan mı, çocuğuna disiplin uygulayan mı, çocuğuna öğretmenlik yapan mı, okuduklarını öğrenci misali hayata geçirmeye çalışan mı? Hiçbiri. İyi anne, belki de çocuğuyla beraber olmaktan keyif alan, bu keyfi yansıtan, yerine göre arkadaş, yerine göre öğretmen, yerinde duyguları yakalayan ve yerinde duygularını yansıtan olmalı. İyi anneliğe, mükemmelliğe ulaşmak gerçekçi değil, insan doğasına uygun değil. Bunu anlayana kadar aradan yıllar geçiyor, artık çocuğunuz anne oluyor ve sizden gelen yansımaları kendi çocuğuna aktarıyor.

Mademki bu yazıyı okuyan annesiniz, farkındalığınızı devreye koyabilirsiniz. Hedef, mükemmelliği yakalamak değil, mutluluğu yakalamak olmalıdır; mutlu çocuğun mutlu annesi olmak, olmalıdır. Anneliğin okulu yok, insan olarak kendi zaaflarınızla ve güçlü yönlerinizle tanışıp, kabul edip, barışıp yolunuza devam edebildiğiniz zaman ‘ mutlu sokağı’na giriş yapmış olacaksınız.

Son yıllarda, çalışan anne sayısının artması ve çocukla geçirilen zamanın, azlığının verdiği vicdan azabıyla, çocuk-erkil ailelerde artış olmaktadır; o kadar ki artık sadece televizyonun kumandası çocukta değil; evin tüm kumandaları çocuktadır. Çocukla az vakit geçirmek, onunla arkadaş olarak telafi edilmez; çocukla arkadaş olmak, sınırların olmamasını gerektirmez. Çocuk, sınırlar içinde kendini daha güvenli hisseder.

Çocuğu sevgiden, şefkatten, ilgiden, destekten mahrum bırakmak sınır koymak şeklinde yorumlanmamalıdır. Çocuklar gelişimleri için attıkları her adımda, anne-babalarına kendileriyle ilgili mesajlar veriyorlar. Anne-baba olarak yapılması gereken, bu mesajları okuyabilecek kadar, çocuğun gelişim aşamalarını, yeteneklerini, yetersizliklerini, ilgilerini bilmek, yani çocuğu çok iyi tanımak olmalıdır. Onun da ayrı bir kişilik olduğunu, kendi duygu ve düşünceleri olduğunu unutmadan sınırların ve kuralların konulması gerekir. Eğitimci gözüyle disiplin, mantıkla açıklanabilir kurallar koymak, bu kurallar doğrultusunda hareket etmek, bunlarda tutarlı davranmak, çocuğunun hatası karşısında anne-baba olarak kontrollü olmak, kararlılık ile hoşgörü arasındaki dengeyi kurabilmek; çocuğunun özgüvenini zedelemeden ona sınırlar koymaktır. Disiplin aslında, düzeni sağlayan bir öğrenme ve öğretme sürecidir.

Ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuğun yaşadığı ortam, geniş topluma ve değişik çevrelere uyumunu etkiler, çocuk sosyal bir ortamda yaşadığı sürece kurallar hep karşısına çıkacaktır. Ev ortamı, dış dünya ile parallelik göstermelidir.

Sınırsızlık içinde yaşayan çocuk, yönünü belirleyemez, güven duygusu hissedemez, daima bir desteğe bağımlı olma, onay alma, yardım alma ihtiyacını duyar. Çocuk, sınırları zorlar, anne-babanın ne kadar kararlı olduğunu test eder, sınırları zorlayınca ne ile karşılaşacağını görmek için denemeler yapar. Çocuğuna “Hayır” diyemeyen, kıyamayan, her konuda onu koruyan anne-babaların, gelecekte mücadele gücünden yoksun, doyumsuzluğa aday, özgüveni yitik, kolay mutsuz olan yetişkin adayları yetiştirdiğini bilmelidirler.

Çocuğa sevgi, anlayış, sabır ve şefkat ile yaklaşıyorsanız, onun ağlamasından, ara ara kendini kızgın veya mutsuz hissetmesinden korkmayın. Onun arkadaşı olmak zorunda değilsiniz; zaten birçok arkadaşı var; ancak ona rehberlik edecek, ‘anne ve baba’ olmak durumundasınız.

İleriki yıllarda, akıl ve sezgilerinizi taşımaktan gurur duyan, yaşamınızın bir parçası olmakla kendisini şanslı hisseden bir anne ve baba adayı yetiştirmişseniz; akıllı sevgiyi torunlarınıza da geçirmişsiniz ve mutlu bir çocukluk yaşatıp; ‘mutlu sokak’ sakinlerinin nüfusunu arttırmışsınızdır. İşte o zaman, geçmiş yıllarda anneliğini yitirmeden arkadaşlık etmenin keyfini şimdi yaşayabilirsiniz.

Ben de bir eğitimci psikolog olarak bana, bütün yaşantım boyunca takip etmem için iz bıraktıkları yolda sevgi, şefkat, anlayış ve fedakarlıkla, akıl ve sezgilerini genlerimde taşımaktan gurur duyduğum, yaşamlarının bir parçası olmakla kendimi şanslı hissettiğim ve hissedeceğim, mutlu bir çocukluk yaşatan canım annem, babam, ablama ve geleceğimi paylaştığım eşime yeri gelmişken teşekkür ederim.


Simge Psikoloji Çocuk, Genç ve Aile Danışmanlık Merkezi, Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi’nin kardeş kuruluşudur. Simge Oyun Terapisi Eğitim Merkezi YALNIZCA MESLEKTAŞ EĞİTİMİNE yönelik hizmet vermektedir.